Samina Ali

University of Nevada - TEDx

110618_63.jpg

Ben sizi Suudi Arabistan'ın 1400 yıl önceki, Medine kentine geri götüreceğim.

Peygamber Efendimizin, kentteki kadınlara saldırı ve taciz edilmelerine bir çözüm bulma görevinin verildiği zamana.

Durum şuydu;

Tam olarak, modern rahatlığa erişimden uzun süreler önce, 680 yıllarına.

Bir kadın gecenin ortasında tuvalete gitmek için uyandığında dışarı çıkıp, mahallenin içinden geçmek ve mahremiyeti için bulunduğu ortamın da dışına, doğaya çıkmalıydı.

İster inanın ister inanmayın, karanlıkta gizlenmiş kimlikleri ile bir grup insan, kadının bu çıkışını fırsat bilip, şehrin eteklerinde gece vakti dolanmaya başladı.

Eğer geçen kadın üzerine ceket gibi bir giysi olan “jilbab” var ise, adam onu yalnız bırakması gerektiğini biliyordu.

Yüzyıllar öncesine bir jilbab, Burberry veya Channel gibi bir sınıf simgesi idi.

Kadının özgür olduğunu ve özgür bir kadının klanı tarafından korunduğunu ifade ediyordu.

Saldırganı suçlamak ve onu tespit etmekte hiçbir problem yaşamayacak demekti.

Ama gece dışarıda yürüyen bir kadın ceket (jilbab) giymiyor ve biraz daha rahat giyinmişse, adam onun köle olduğunu anlıyor ve ona saldırıyordu.

Topluluğun endişeli üyeleri durumu Peygamber'e getirdiler ve Muhammed, Peygamberliği döneminde karşılaştığı diğer toplumsal, politik ve ailevi meseleler gibi bu konuyu da Tanrı'ya iletti ve Müslümanların kutsal kitabı Kuran için bir ayet indi.

Der ki; "Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına söyle, örtülerini üzerlerine alsınlar. Tanınmamaları ve taciz edilmemeleri için bu daha uygundur."

Kısacası ayette, bütün kadınların benzer giyinerek birbirlerinden ayrıştırılmadan, saldırıların önleneceğin önerilmektedir.

Şimdi yer yüzeyinde, bu sorun nispeten kolay bir çözüm gibi görünebilir, ancak öyle olmadığı ortaya çıkıyor.

İlk Müslüman topluluklar kabile idi ve sosyal statü derin bir şekilde yerleşmişti ve bir kölenin özgür bir kadına benzemesi fikri neredeyse hakaret sayılmaktaydı.

Ve tabii bir de işin pratiği vardı. Köle işini nasıl yapacaktı?

Vücut hareketleri ceket ile sınırlanmış iken işini nasıl yapacaktı?

Nasıl yemek pişirir, temizler, su getirir idi?

Sonunda, ilk Müslüman bilim adamları, bir kadının giyinme biçiminin iki hususa dayanması gerektiğine hükmetti:

Bir; kadının toplumdaki işlevi, rolü, yani işinin ne olduğu;

ve toplumun özel gelenekleri.

Veya başka bir deyişle: Roma'da olduğunda ne yapmalıydı?

Müslümanlar tarihi kararları modern çağa uygulamaktan hoşlanıyorlar.

O halde biz de bunu yapalım.

“Bir kadının giyinme tarzı, geleneğe ve işleve dayalı olmalıdır.”

Bu, bugün Amerika'da yaşayan, benim gibi bir Müslüman kadın için ne anlama geliyor?

Birincisi, bunun anlamı benim bir işlevim var, toplumda bir rolüm, yapabileceğim bir katkı.

İkincisi, bu katkıyı yaparken ve örtünmenin bir gelenek haline gelmediği bir toplumda gelenekteki gibi giyinirim demektir; bir elbise, bir çift kot pantolon hatta yoga pantolonu, ama gerçekte ben örtünüyorsam, bu sadece kabul edilebilir değil, zorunluluktur ve bu bir tacize neden olabilir.

Ama bekleyin, bu doğru olabilir mi?

Sonuçta, hepimiz bir Müslüman kadının örtünmesinin ve örtünmenin inancı gereği olduğunu varsayarak buraya gelmedik mi?

Fark ettik ya da fark etmemize rağmen, hepimizin kullandığı bir Arapça terim olan Müslüman kadın örtüsüyle ilişkilendirdiğimiz bir etiket bile var: "Hicab".

Bu yüzden belki de ben atladım.

Belki bir kadının örtünmesi şartının Kuran'ın farklı bölümlerinde olmasındandır.

Bilmeyenler için Kur'an-ı Kerim, 114 bölümden oluşur; her bölüm, şiir gibi ayetlerle yazılmıştır. Kuran'da 6000'den fazla ayet vardır.

6000 artı ayet arasından sadece üçü, kadınların nasıl giyinecekleri hakkındadır.

İlki, daha önce size anlattığım ayettir.

İkincisi, Peygamber efendimizin eşlerine doğrudan hitap eden, toplumdaki işlevleri, kendi rolleri nedeniyle biraz daha mütevazı kıyafetler giymelerini isteyen bir ayettir.

Ve üçüncü ayet, ilk gönderilen ayete, tarihsel bir duruma doğrudan yanıt olarak gönderilmiş bir açıklamaya benzer.

120357324_RRR.jpgErken kayıtlar, İslam öncesi dönemdeki modanın, kadınların başındaki bir örtünün (khimar) kulaklarının arkasına sıkıştırarak arkaya doğru akmasına izin verilen bir şekilde olduğunu gösteriyor.

Önlerinde ise, sıkı bir yelek veya sırtı saran ama göğüsleri meydanda bırakan, Game of Thrones oyunu'ndaki gibi ortaya koyuyordu.

İslam Arap Yarımadası boyunca yayılırken kadınların göğüslerini örtmeleri için eşarp veya diğer giysilerini kullanmasını isteyen bir ayet gönderildi.

Hepsi bu.

Temel olarak Kuran'da bir kadının nasıl giyinmesi gerektiği konusunda her şey var.

Görünüşe göre Tanrı, bir kadının bedenindeki tüm parçaların bakış açısından gizlenmesini istediği özel bir nokta da yok.

Aslında tartışılabilir ve birçok Müslüman akademisyen tarafından tartışılmakta olan bu ayetlerin kendi özel kültür ve zamanın ilerlemesine karşı kasıtlı olarak belirsizlik iddia ederek, bir kadının kendisine nasıl kıyafet seçebileceğini yeterince vurgulamıyorum…

Ve o dönem "hicab", tahmin et ne oldu?

Bu üç ayetin hiçbirinde yer almaz.

Aslında, Kuran'ın hiçbir yerinde doğrudan bir kadının örtünüşü ifade edilmez.

Bu kelimenin Kuran'da görünmediğini söylemiyorum, çünkü vardır.

Fakat, doğru şekilde, bir bariyer ya da bölüm anlamında kullanılır.!

İnsanlarla tanrı arasındaki veya inananlar ile inkarcılar arasındaki bariyer veya bölünme gibi.

Veya Muhammed'in zamanında eşleri ile konuşurken geride kalmasını isteyen bir fiziksel paravan gibi bir ayraç anlamında.

Ya da sekülarum (inziva), Mary'nin İsa'yı doğururken aradığı özgünlük anlamında.

Bu "hicab"; ayrılık ve inziva anlamındadır,

bu "hicab"; fiziksel paravan anlamına gelir,

bu "hicab"; bölme, bölüm anlamına gelir.

“Hicab” bir kadının örtüsü anlamına gelmez.

Ve yine de, Müslüman bir kadını düşündüğümüzde aslında ne anlama geldiğini bildiğimiz paravan, ayrılma, yasaklanma ve ayrıştırılma terimlerinin aklımıza gelmesi garip değil mi?

Neden geliyor? Hepimiz, bazı Müslüman kadınlara, dünyada nasıl muamele edildiğini gördük; okula gitmekten hoşlanırsa kafasına vurulur; bir araba kullanmaya kalkarsa, hapse atılır; kendi ülkesinde yaşarken birey sayılmak için uğraşırsa, siyasi protestolara katılmaya teşebbüs ederse, toplumsal saldırıya uğrar.

Kentin dış mahallelerinde karanlıkta saklanmayı unutun, bazı erkekler artık bir kadına kaldırımda saldırsa, dünya görsün diyecek kadar rahat hissediyorlar ve kimliklerini bile gizlemiyorlar.

Uluslararası haber olmakla daha fazla ilgileniyorlar, videolar hazırlayıp YouTube'a yüklemekle meşguller ve bu yaptıklarıyla övünüyorlar.

Neden suçlarını gizlemek istemiyorlar, hiç bir suç işlemiş gibi hissetmiyorlar?

Çünkü suçları işleyen bu kadınlar.!

Bu komik fikirlere inanalar, aslında onları evden dışarı çıkaran, onları topluma katan, katkıda bulunabileceklerine inanan, işte bu kadınlar ve hepimiz biliyoruz ki, onurlu kadınlar evde kalır; saygın kadınlar, etrafta görünmez.!

Tıpkı onurlu kadınların Peygamber'imizin döneminde yaptıkları geleneksel davranışlar gibi.

Bu doğru mu?

1400 yıl, feminizmden çok önceydi.

Kadınlar, kapıların arkasında kilitlendi, perdelerin ardına kapatıldı mı?

Peygamber'in ilk eşinin, bugün bir CEO olarak tanımlayacağımız biri olduğu biliniyor. Başarılı bir tüccardı, kendi karavanı diğer bütün tüccarların karavanlarının toplamı kadardı.

Esasen başarılı bir ithalat-ihracat şirketini de yönetmekteydi.

Muhammed'i onun için çalışmak üzere işe aldığında, dürüstlüğüne hayran kalmış ve sonunda ona evlilik teklif etmişti.

Kaç kadın bugün bir erkeğe evlilik önerme konusunda rahat hissedecek emin değilim.

Ya Muhammed'in ikinci karısı? O da tembel değildi.

Bugün bildiğimiz bir panzer ya da tanka eşdeğer sayılabilecek bir devenin üzerinde savaşa koştu.

Peki ya diğer kadınlar?

İlk kayıtlar, kadınların Peygamberimiz tarafından gerçekleşen İslam devrimine dahil olmak istediklerini göstermektedir.

Bir kadın, emrindeki muharebe ordusunu savaşa sokup isyanı bastırdığında ünlü bir general olmuştu.

Erkekler ve kadınlar her ortamda özgürce bulunup alışveriş yaptılar.

Bir kadının kendi kocasını seçmesi ve evlilik önermesi geleneği vardı.

Ve işler düzgün gitmediğinde de, boşanma başlatıyordu.

Kadınlar Peygamberin kendisiyle bile yüksek sesle tartışabiliyorlardı.

Köktendinciler, mevcut Müslüman toplumu MS 680 yılına geri getirmek istiyorsa bu, ileriye doğru atılmış büyük bir adım olabilir. Gelişim.!

Yine de önemli bir soruyu cevaplamalıyız.

İslam tarihinden gelmiyor, Kuran'da da yok iken, modern çağda Müslüman kadınları “hijab” ile kim nasıl ilişkilendirdi?

Toplumdan uzaklaştırılarak, yalnız ve izole edilerek, en temel insan haklarından nasıl yasaklandı?

Umarım bu bir kaza sonucu olmadı demem sizi şaşırtmaz.

Son birkaç on yılda, Kur'an'ı çeşitli Müslüman cemaatlerde, çok önemli okuma ve anlatma görevini yerine getiren bazı insanlar, bazı din adamları, kadınlarla ilgili bu üç ayet içerisine belirli bazı anlamları soktular.

Örneğin o ayette; "Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına söyle, örtülerini üzerlerine alsınlar. Tanınmamaları ve taciz edilmemeleri için bu daha uygundur."

Bazı din adamları, hepsi değil, bir kısım din adamları, bu konuyla ilgili birkaç kelime eklemişlerdir, böylece Kur’an'ın belirli tercümelerinde şu ayet okunmaktadır:

"Ey Peygamber, kadınlarınıza, kızlarınıza ve mümin kadınlara söyle (başın ve yüzün tamamı, boynu ve göğüslerinden topuklarına kadar, elbette el bilekleri de dahil) örtülerini üzerlerine alsınlar.”

Bir kadının bedenindeki her yer bir göz dışında kapalıdır, çünkü o nereye gittiğini görmeli ve elleri de eldivenle kaplanmalıdır.

Çünkü Suudi Arabistan çölünde elbette ve kesinlikle çok fazla eldiven vardı.!

Vs. Vs. Vs ve vb., parantezin sonu; “Tanınmamaları ve taciz edilmemeleri için bu daha uygundur.”

Ve sözde bu din adamları, bu tür eklemelere dayanarak şu sonuca vardılar ki,

“bir kadının yalnızca bir işlevi vardır”

Bu işlevin ne olduğunu anlamak için yapmanız gereken tek şey, sözü edilen din adamlarının aslında geliştirip öne çıkardığı bazı fiili veya yasal kararları (fetva) okumak gerekir. Size bir örnek vereyim.

Bir kadının evlenmeden önce sadece ilkokulu bitirmesi gerekir.

Bu onun 11, 12 yaşında olgunlaştığı anlamına mı gelmekte?

Bir kadın, kocasına karşı fiziksel yükümlülüklerini yerine getirmeden Tanrı'ya olan manevi yükümlülüklerini yerine getiremez.

Eşi bir devenin üstünde otururken kocası onu arzu ederse, eşi ona uymalıdır.

İslam, bir kadının sütyen giymesini yasaklar çünkü sütyen göğüsleri yukarı kaldır ve bir kadının daha genç gözükmesini sağlar ve bu aldatmacaya girer.

(Bu benim kişisel favorim.!)

Eğer bir erkek başından ayaklarına kadar kusmuk içerisinde kalsa ve karısı bu kusmuğu yalayarak temizlese dahi, hala ona olan borcunu ödemiş sayılmaz.

Kadınlar hakkında bu ve buna benzer diğer birçok kararın getirdiği nokta şudur:

En iyi kadın, en şerefli kadın, en eğitimsiz ve en güçsüz olanıdır, köleden pek farkı olmayanıdır.

Yani, şikayet etmeden, sütyen takmadan evde kalanıdır.

Vücudunu yalamasına rağmen, her kaprisini tatmin etmek için her an hazır ve nazır;
ne zaman çağırırsa; yatağında veya bir deve üzerinde, onu tatmin edecek.

Bu sana Tanrının isteği gibi mi geliyor?

Bu sana kutsal söz gibi mi geliyor?

Yoksa garip bir şekilde erotik ve kadın düşmanı bir fantezi gibi mi geliyor?

Bu sözde din adamları ve onları destekleyen köktendinciler ve yobazlar, İslam'ı gerçekten içten içe yozlaştırarak, amaçlanan haline geri getirebiliyorlar mı?

Yoksa bu erkekler, şehrin eteklerinde karanlıkta duran, bir kadını avlamaya hevesli olanlardan farklı değiller mi?

Teşekkür ediyorum.

https://www.youtube.com/watch?v=_J5bDhMP9lQ

 

Samina Ali is an Indian-American author and activist. Samina serves as the curator of Muslima: Muslim Women’s Art and Voices, a global, virtual exhibition for the International Museum of Women (IMOW), now part of Global Fund for Women. She is the co-founder of American Muslim feminist organization Daughters of Hajar. Her debut novel, Madras on Rainy Days, was awarded the Prix du Premier Roman Etranger award from France and was a finalist for the PEN/Hemingway Award. She is a blogger for The Huffington Post and Daily Beast.