Tank

APH-1838.jpg

İktidar sahiplerinin özlem ve gururla andıkları Osmanlı İmparatorluğu’nda hiçbir zaman çelik sanayii olmadı. Dolayısıyla Cumhuriyet kurulduğunda ülkede çelik üreten hiçbir fabrika bulunmuyordu. Demir çelik sanayii olarak adlandırılabilecek tesisler, birkaç küçük dökümhaneden ibaretti.

Bağımsızlığın korunmasının savunma sanayinin kurulmasına bağlı olduğunu düşünen genç Cumhuriyet hükümetleri, zaman kaybetmeden demir çelik ve silah sanayisinin gelişmesi için çabalara giriştiler. İlk imalathaneler Ankara’da ve civarında kuruldu.

1929’da Kırıkkale Çelik Fabrikası’nın temeli atıldı. Fabrikanın yapımı 1932’de tamamlandı.

Kırıkkale Çelik Fabrikası’nda 1935-1950 yılları arasında 150 çeşit çelik yapılmıştır.

Uçak çeliği, kalem çeliği, paslanmaz çelik bunlardan bazılarıdır.

(1990’lı yıllarda Türkiye’de bu çelik türlerinin dörtte biri bile yapılmıyordu.)

Genç Cumhuriyetin ulusal gurura ve güvene sahip yöneticileri, mühendisleri ve işçileri büyük bir azimle yeni bir sanayinin temellerini yaratıyorlardı.

1930’lu ve 1940’lı yıllarda milli sanayi hamlesine bir mühendis ve yönetici olarak katılan, ülkemizin ilk metalürji mühendisi Selahattin Şanbaşoğlu, ilk tankın yapılışını şöyle anlatıyor:

“1940’ta, kendi girişimimizle tank yaptık. Bunun sadece Ford motoru dışarıdan geldi.

Dizaynı bizimkilerindir. Tipi kendimize mahsustur. Kamil, Necati filan yaptılar.

Zırh levhası, topu, paleti, aktarma organları hepsi bizim üretimimizdir.

Bu tank, 1946’da Cumhuriyet Bayramı töreninde geçti. Ancak, sipariş gelmedi ve bu tek tank olarak kaldı. Amerikan yardımı başlayınca hazırcılık ve kolaya kaçma başladı.

Ekonomik bağımsızlık sürdürülebilmiş olsaydı bunlar bir süre sonra kaçınılmaz olarak gerçekleşecekti. Çünkü ulusal yaratıcı girişim ruhu ve güven duygusu yöneticilerde ve çalışanlarda yeterince mevcuttu. 1940’ta ithal edilmiş olan tank motorunun yerine yerli motor da yapılabilecekti. (Nitekim 20 yıl kadar sonra Devrim arabaları için yerli motor da yapıldı.)

Ancak Cumhuriyetin ilk çeyrek asrında hep yükseklerde olan ulusal irade, gurur, güven ve girişimcilik ruhu, önce İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD’nin savaş malzemeleri yardımı yapmasıyla ve daha sonra da Marshall yardımlarının başlamasıyla yavaş yavaş zayıflamaya başlamıştır. Gerçekte ABD ile Marshall Yardımı antlaşmasının 4 Temmuz 1948 tarihinde imzalanması (ertesi yıl da 4 Nisan 1949’da Kuzey Atlantik Paktı NATO antlaşması imzalandı), uluslaşma sürecimizin ve ulusal bağımsızlığımızın ilk ve en önemli kırılma anlarından birini oluşturmaktadır.”

Selahattin Şanbaşoğlu, 1907’de İzmir’de doğdu. 1926’da İstanbul’da Mühendis Mektebi’ne (bugünkü İTÜ) girdi. Öğrenim gördüğü sırada girdiği, İmalatı Harbiye tarafından düzenlenen yurtdışında burslu eğitim görme giriş sınavından başarıyla geçerek Almanya’da Aachen Teknik Üniversitesi’nde okuma hakkını kazandı. Bu üniversiteden 1932 yılında metalürji yüksek mühendisi olarak mezun olduktan sonra ülkesine döndü. Aynı yıl Türkiye’nin ilk çelik fabrikası olan Kırıkkale Çelik Fabrikası’nda mühendislik yapmaya başladı. Selahattin, Türkiye’nin birçok sanayi kurumunda çalışan ve bu kurumların gelişmelerinde emeği bulunan Şanbaşoğlu, Çiller- Karayalçın hükümeti tarafından 5 Nisan 1994’te açıklanan ekonomik kararlar arasında yer alan Karabük Demir Çelik Fabrikaları’nın özelleştirilmesi kararına şiddetle karşı çıktı. Selahattin Şanbaşoğlu, 1995 yılında vefat etti.

Selahattin Şanbaşoğlu (1907-1995)

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/diger/389308/_ilk_yerli_tank_ne_zaman_uretildi_.html

 

Havacılıkta Atatürk sonrası olanları biliyoruz.

Demiryolu için de aynı şeyi söyleyebiliriz. “Demiryolu komünist işidir!” diyen bir cumhurbaşkanı bile gördük.

Denizcilik, Selçuklunun Alanya’da bir tersane kurması ile başlayıp, 16.cı yy’da devşirme Paşa’larla (Midilli’li Barbaros, Yunanistan’a sürülen Karamanlı Piri Reis gibi) gelişen ama teknolojiye ayak uydurmayınca Şirket-i Hayriye’nin yurt dışında gemi inşa ettirmesi 1929 yılına kadar devam etmesi, aynı bakış açısının eseridir.

Askeri alanda İstanbul’u Macar Urban’ın döktüğü toplarla aldığımızdan kimse bahsetmez.

Uçaklarımız, gemilerimiz, yerli arabalarımız, yerli Jeep’imiz, yerli Tank’ımız bile var iken yok olduysa, hep bu Osmanlı kolaycılığı alışkanlığındandır. Okumayı ve bilgiyi engelleyerek halkı idare etmenin daha kolay olacağı gerçeğinde yatar sanayileşmenin engellenmesinde.

Bandırma Füze Klübü’nden Kirkor Divarcı, Adana'nın Yağızlar Mahallesinde füze uçuran İrfan Mavruk, "Başımıza yeni icat çıkarma" denilen çocuklardan biriydiler.

1756’da Andrea Cacich Miossich düşünmeyenlere “uyuyun” diyor, Halil Cibren “uyuyup sızlanma, üret diyor”. 2018’e gelmişiz, hala uyumaktayız.

“Macaristan’dan bir usta getirip top döktürerek Osmanlı, ustadan uzmana, uzmandan mühendislik eğitimine bir türlü geçemiyor. Batı ise bilimsel düşüncede sadece devletin değil sivil hayatın da her alanına yayıldı” diyor Y.Özdil, Öğretmen başlıklı yazısında.

Peki nasıl sanayileşeceğiz? Yapılmışlardan daha iyisini yapamadıkça, yapmanın anlamı yok.

En çarpıcı örnek Tayvan örneğidir.

1970’lerde ucuz işçilik ile üretilen tarım ve oyuncak ile kalkınamayacağını gören Tayvan, 1980’lerde ağır sanayi hamlesi ile kalkınmaya karar vermiş, tüm yatırımlarını buna göre düzenlemişti. Eğitimini Meslek Okulları ve devamı olan Yüksek Okul üzerine kurmuş, yarı iletken üzerine yoğunlaşmış (ara sanayi), ARGE yatırımlarını planlamış ve ülke olarak “Asya Kaplanları” arasına girmeyi başarmıştı. 2011’de Dünyanın üçüncü En İyi Yatırımcısı seçilen Tayvan, son 20 yıldır IT teknolojisi üzerine çalışmakta, bu sektörde de dünya pazarında en büyük beşinci üreticidir.

Ülkemizde çalışmayan, eğitim görmeyen veya herhangi bir Beceri Kursu’na gitmeyen insanlar grubu OECD ülkelerinin ortalaması %15.8 iken Türkiye’de bu ortalama %28.4 olarak tespit edilmiş. Yani günümüzde Türkiye de nüfusun %28.4 çalışmıyor, eğitim almıyor ya da herhangi bir beceri kursuna gidip kendini geliştirme çabasına girmiyor.

YÖK listesine göre ülkemizde 185 üniversite var. Biz dünya ilk 1000 sıralamasına 185’de 10 üniversite ile girerken, Güney Kore 131’de 36, İsrail 22’de 7 ve Taiwan da 46’da 20 üniversite ile ilk 1000 içerisine girmeyi başarmışlar.

Elbet cinsiyet farkı ya da dini eğitim ile başarmadılar bu devrimi. Doğru ve düzgün eğitim koşulları yaratıp bilim ışığında başardılar. Bir bilim hamlesiydi yaptıkları.

Bu bilim hamlesini eğitim ile desteklemez iseniz, üretemezsiniz.

Eğitimi planlamaz iseniz, ürününüzü pazarlayamazsınız.

Eğitimi ARGE ile beslemez iseniz, üretiminizi değerlendiremezsiniz.

Yeterli bir alt yapı olmadan başarmayı hayal bile edemeyiz.

Bu kadar zeki ve pratik zekaya sahip bir millet için kolay bir hamle olacaktır.

Lütfen oturduğunuz yerden kalkın, ileriye bakın ve günlük çıkarlarınızı bir kenara itin.

Planlı eğitim, geleceğimizdir; ülkenin ve çocuklarımızın.

www.servetbasol.com

180917