BİR BAKIŞTA EĞİTİM © EDUCATION AT A GLANCE

APH-1842.jpg

OECD 2003 ©

PIRLS (Progress in Reading Literacy Study) Okuma Yazma Çalışması Sürecinde İlerleme.

PISA, okuryazarlığı, kişinin hedeflerine ulaşması, bilgi ve potansiyelini geliştirmesi ve topluma katılması için yazılı metinleri anlama, kullanma ve yansıtma olarak tanımlamaktadır.

PIRLS de okuryazarlığı şöyle tanımlar:… yazılı olanları anlama ve kullanma becerisi. Toplum tarafından talep edilen ve/veya birey tarafından değer verilen dil formları. Genç okuyucular çeşitli metinlerden anlam geliştirebilirler. Okuyarak sosyalleşmeyi ve keyif almayı öğrenirler.

PIRLS.jpg

OECD INDICATORS 2002

 

Türkiye

 – Ülke Notları –

Bir Bakışta Eğitim 2017: OECD Göstergeleri

Türkiye

·      Türkiyede’ki yükseköğretim öğrencilerinin büyük bir kısmı ortalamanın altında istihdam olanağına sahip olmasına rağmen işletme ve hukuk okumaktadır.

·      Bir insanın erken çocukluk yaşları gelecekteki beceri gelişimi ve öğrenmeleri için temel oluştursa da Türkiye’de çok az sayıda genç erken çocukluk eğitimi okumaktadır.

·      İlköğretimden yükseköğretime öğrenci başına düşen kamu giderleri 2010 ve 2014 yılları arasında büyük bir artış göstermiştir, ancak yine de OECD ülkeleri arasında halen en düşük sıralardadır.

·      Kamu sektörü OECD ortalamasının üstünde olacak şekilde yükseköğretime fon ayırırken eğitimin zorunlu olduğu ilkokul, ortaokul ve lise için daha az ödenek ayrılmaktadır.

·      Türkiye kamu ve özel kurumlardaki öğrenme ortamları arasında en büyük farka sahip ülkelerden biridir: adil olmayan öğrenme çıktılarıyla sonuçlanabilecek bir şekilde sınıf mevcutları ve öğretmen-öğrenci oranları kamu okullarında özel okulların iki katı kadardır.

·      Yükseköğretim mezunlarının istihdam oranlarındaki düşüşe rağmen eğitim seviyesine göre istihdam oranları son zamanlarda yükselmektedir. Ancak, diğer OECD ülkelerine göre Türkiye’de yükseköğretim mezunu olmak bir gelir elde etmek için hala büyük bir avantaj sağlar.

Şekil 1. STEM (fen, teknoloji, mühendislik, matematik) çalışma alanı ve bu alanlardaki

kadın oranına göre, yükseköğrenime yeni başlayanların dağılımı (2015)

STEM.jpg

Ortalamanın altında istihdam oranlarına sahip olsalar da işletme, yönetim ve hukuk tercih edilen alanlardır 

·     Türkiye’de, meslek lisesi mezunlarının %39’u mühendislik, üretim ve inşaat alanlarındaki programları tamamlamaktadır (OECD ortalaması %34’tür). Sağlık ve refah da yine %12’lük OECD ortalaması ile karşılaştırıldığında yüksek bir orana sahiptir (%19). Ancak, işletme, yönetim ve hukuk (%16) ve hizmet (%8) alanları sırasıyla %20 ve %17’lık OECD ortalamasının altındadır.

·     Yükseköğretimde, oldukça az öğrenci ve mezun bilimle ilgili çalışma alanlarını seçmektedir. Türkiye’de, ortalama %27’lik OECD oranı ile karşılaştırıldığında, yeni girenlerin %18’i fen, teknoloji, mühendislik ve matematik (STEM) alanlarını seçmektedir (Şekil 1). Özellikle, yeni girenlerin yalnızca %2’si fen bilimleri, matematik ve istatistik ve diğer bir %2 de bilgi ve iletişim teknolojileri alanlarını seçmektedir ve bu oran da OECD ülkeleri arasında en düşük ikinci sıradadır ve sırasıyla OECD ortalamaları %6 ve %5’in altındadır (Şekil 1).

·     İşletme, yönetim ve hukuk popüler çalışmalar alanları olsalar da mezunlarına diğer alanlara göre daha az çalışma alanı sağlamaktadır: bu alanlardan mezun olanların %73’ü işe girmektedir, Türkiye’de yükseköğretimden mezun olup iş sahibi olanların %75’lik oranının altındadır. En yüksek istihdam oranına sahip alanlar ise mühendislik, imalat ve yapı ve sağlık ve refahtır (her ikisi de %78), ancak tüm OECD ve ortak ülkeler arasında en düşük sıralamayla sanat, edebiyat, sosyal bilimler, gazetecilik ve bilişim %67’lik bir orana sahiptir.

·     Çalışma alanlarındaki cinsiyet dağılımı diğer OECD ülkeleri ortalamasına göre daha dengelidir. Özellikle, %19’luk OECD ortalamasının üstünde olacak şekilde bilgi ve iletişim teknolojilerini kazananların %29’u kadındır. Sosyal bilimler, gazetecilik ve bilişim (%52), işletme, yönetim ve hukuk (%44) ve sağlık ve refah (%67) gibi alanlarda kadınların oranı ise sırasıyla %64, %54 ve %76’lik OECD ortalamasına göre daha dengelidir.

Diğer konu başlıkları ise şöyle;

Özellikle küçük çocuklarda eğitime erişim ve katılım oranı hala düşüktür,

Öğrenci başına ayrılan eğitim giderlerinde büyük bir artış olmasına rağmen, harcamalar OECD ülkeleri arasında en düşük sıralardadır,

Devlet ve Özel okulların öğrenme ortamları arasında büyük eşitsizlikler devam etmektedir,

Yükseköğretim geçmişe oranla iş piyasasında daha az avantaj sağlamaktadır.

http://www.oecd.org/education/skills-beyond-school/EAG2017CN-Turkey-Turkish.pdf

 

Okumayan bir kitle olduk, sadece ezberliyoruz. Her söylenene hemen düşünmeden, araştırmadan, güvenerek inanıyoruz ama eğitimde bu düşünme, araştırma ve güven şartı karşısında yeni bilgi almayı reddediyoruz. Ne kendimizi yetiştirmeyi, ne de bizi yetiştirecek olanları yetiştirmeyi beceremedik.

100 Temel Eser, Dünya Klasikleri gibi eserleri vazgeçtim okumayı, bir şey anlatılırken bile detayların tanımlayıcı ve tamamlayıcı olduğunun farkında bile olmadan “uzatma” denmesi, dinlemeyi bile bilmediğimizin göstergesi.

Eğitim sistemimizde kültür ve sanatın olmayışı, ezber ile yetişmiş bir neslin, yenilikler karşısında çaresiz kalmasının, özümseyemediği için de bu tür yenilikleri geliştiremediğinden dolayı gerilemeye mahkum olduğunun en açık göstergesi.

Hala heykelleri bombalayan, kırmaya çalışan bir kitle var. Üstelik bu kitle, kendi görgü ve geleneğinden gelmeyen bu davranışın nedenini bile bilmeden bunu yapmakta.

Anadolu’da tahrip edilmiş, yüzü kırılmış, yüzü karalanmış mevcut birçok eski eserlerin, Müslümanlar tarafından tahrip edilmediği gerçeğini de bilmezler. Müslümanlarda dönek pek yoktur, dönse bile artık putperestlik de olmadığı için kimse umursamıyor zaten.

Sanat ve kültür, insana bakış açımızı da yeniler, topluma bakış açımızı da. 206 üniversitede 7 milyon 300 bin öğrenci eğitim alırken, Türkiye yükseköğretim alanında eğitim gören öğrenci sayısı ile Avrupa’da ikinci sırada yer alıyor. Eğitimin geri dönüşü ve kalitesi devreye girince sıralamadaki yerimiz tek bir anlam ifade ediyor. Eğitimde Başarısızız.

Ülkemizin dört bir yanında dört değişik dil konuşulurken, biz bir tek yabancı dil bile öğretemiyoruz. Güney doğuda karşılaştığım hemen herkes Arapça konuşuyor ama hiç biri Arapça okumasını ve yazmasını bilmiyor. Batıda eskiden Yunanca konuşanlar, okumasını da yazmasını da biliyorlardı. Bir ara Türkiye’de eğitim dili Fransızca olsun denmesinin nedeni, Fransızca okuyup yazanların çoğunluğundan dolayıydı. Şimdilerde hemen her Anadolu Lisesi ya da Anadolu İmam Hatip Liseleri ne yeterli İngilizce ne de yeterli Arapça öğretemiyor.

Havacılık ise ortak lisan üzerine kurulu, İngilizce ile yürütülen bir iş kolu. Ne bir ABD vatandaşı, ne Birleşik Krallık ne de Avusturalya vatandaşı, bu benim dilim diye İngilizce eğitimi almadan işini yürütemez. Hepsi de bu Havacılık İngilizcesi denen eğitimi almışlardır ve almaya devam edeceklerdir.

Dil düşüncelerimizi etkiler ve kavramları yaratır diye yazmıştım geçen hafta. Bu yazının tamamlayıcısı olarak bu hafta ana dilimizi sorguluyorum.

Türk çocuğu, liseyi bitirdiğinde, ana dilinde 9.000 sözcük duyarak, okuyarak, öğrenerek mezun olurken bir Finli çocuk 40.000, bir İngiliz 98.000, bir Alman 88.000, bir Fransız 82.000 sözcük duyarak, okuyarak, öğrenerek mezun oluyor. Yalanlarımız ortaya çıkmadıkça.

Bu 9000 sözcüğün 2000’i ile ancak yaşamınızı sürdürebilirsiniz. Geri kalan 7000’i ile de sınırlı ve dar bir toplumda yaşarsınız. Bilim ve sanat üretemezsiniz, anlayamazsınız ve öğretemez, öğrenemezsiniz.

Okuduğumuzu anlama becerimiz yok. Avrupa Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) ülkeleri içerisinde Türkiye 72 ülke arasında 50. sırada yer alıyor. Türkiye, iş yerinde problem çözme ve teknolojiyi kullanmada 8 puan ile OECD sonuncusu. Müsaadeye tabi

Şu günlerde 20 ile 40 yaş aralığında olan gençlerimize bazı şeyleri anlatmak çok zor. Yaşamamışlıklar ya da yaşamışlıklardan dolayı değil. Okuyup araştırmamış olduklarından dolayı. Kendi dilinde bile bunları yapmazken bizler hala en az üç dilde araştırmadan kendimizi öğrenmiş saymıyoruz.

Yabancı dilde teknik bir yazıyı anlamak için Platon'un Antik Yunanca yazdığı Sokrates’in Savunması’nı Türkçe okumuş olmak ne kadar önemli ise, Rus'ça yazılmış Vladimir Polyakof’un İtfaiyeci Prokorçuk ya da Bir Öykünün Öyküsü’nu Türkçe okumak, İngilizce yazılmış bir MEL’i anlamak için o kadar önemlidir.

Tüm yazılanların kendilerine özgü cümle yapıları ve sözcüklerin oluşturduğu değişik kavramları vardır. Bilenler bilir, Nasreddin Hoca fıkraları İtalyancada bir Napoliliye, Fransa’da Belçikalıya, Almanya’da Bavyerallıya, İngiltere’de de İskoçyalıya atfen anlatılır. Siz de bu fıkraları bire bir çevirisi ile değil, o dile özgü söz, sözce ve sözcük kullanılarak anlatıldığına şahit olur ve böylece düşüncenizde ek kavramların oluştuğunu gözlemlersiniz.

Bir yabancı dili anlayabilmek için en az o yabancı dildeki sözcük kadar, çevireceğiniz dildeki sözcük sayısı kadar sözcük bilmenize gerek vardır. Çeviri yapacağınız dili ne kadar iyi bilirseniz, o kadar güzel çeviri yapmış olursunuz.

İnternet, kahkahalarla gülmeniz için bu tür çevirilerle doludur.

White Sea. Interest Lobby. Cheese Language. Tea January. Status returns, Sensitive meatball,

Traditional Handjob Education Symposium. In every job there is a no.

www.servetbasol.com

181015