Neden? Niye?

II. Mahmud devrinin en önemli icraatından olan Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması (17 Haz 1826) Osmanlı tarihinin önde gelen duraklarından birini teşkil eder ve kaynaklarda genelde “hayırlı olay” tanımlamasıyla anılır. II. Mahmud’un, devletin idarî sisteminin merkeziyetçi bir düzeye getirilmesini ve bütün devlet kurumlarının zamanın şartlarına uygun biçimde yeniden inşasını hayatta kalmanın bir zarureti diye görmesi her şeyden önce yeni bir askerî yapılanmayı da beraberinde getirmekte, bütün bunların karşısında en önemli engel olarak duran Yeniçeri Ocağı’nın ilgasını kaçınılmaz kılmaktaydı.

II. Mahmud, ocağın içinde zamana yayılarak sürdürülen bu temizlik işlemi yanında daha önceki ayaklanmaların önemli bir öğretisi olarak ulemânın askerle iş birliği yapmasının önlenmesi aşamasını da kapsamaktaydı.

II.Mahmut bundan sonra Yeniçeriliğin bütün izlerini silmeye yöneldi. Şehzadebaşı Camii karşısındaki Yeniçeri Kışlası yıktırılarak arsası Sultan Ahmet Camii vakfına devredildi. Olaylar sırasında tahrip olan kışlanın bulunduğu Etmeydanı’nın ismi “Ahmediye” olarak değiştirildi. Ardından Yeniçerilikle ilgili resmi defterlerin yakılması, hatta Yeniçerilere ait mezar taşlarının tahrip edilmesi gibi tuhaf şeyler yaşandı. İstanbul’dan kaçan yeniçeriler de takibattan kurtulamadılar. Günümüze kadar gelen tahrip edilmemiş sadece iki adet “yeniçeri mezar taşı” mevcuttur.

Farsça’da “daha büyük, en büyük” anlamına gelen mih-ter kelimesinin Türkçeleşmiş şekli olan mehter, Yüzlerce davul ve zurnadan oluşan, mehterin çoğulu mehterân’a son verilerek yerine Mızıka-i Hümayun (Kutlu Bando – Müzik Topluluğu) kuruldu. Tüm Mehter Marşları yakıldı ve çalınması yasaklandı. Günümüze ulaşamayan mehter havalarının en eskileri XVI. yüzyılda yapılmış bestelerdi. Giuseppe Donizetti “Muzıka-yi Hümâyun ustakârı” unvanı ile Konstantiniyye’ye getirildi ve padişah tarafından kabul edilip göreve başladı (17 Eylül 1828). Donizetti modern çok sesli müziğin gereği değişik sazlardan oluşan ilk Bando’yu kurmuştur. 1914 yılında yükselen milliyetçilik ve Turancılık akımının bir sonucu olarak, Enver Paşa’nın emriyle mehter takımları yeniden kurulmuştur. Yeniden kurulan Mehteran takımı için bugün bildiğimiz marşlar bestelenmiştir. Yani hiçbir mehter marşı otantik değil, 1914 sonrası bestelenmiş marşlardır. Geleneksel Mehteran takımında sadece vurmalı çalgılar ile zurna mevcuttu. Bugün söz yazılı marşlar için trompet dahil her tür nefesli çalgı mehter takımında mevcuttur.

Ocağın kaldırılmasıyla birlikte suçlu ilan edilen bir kesim de Bektaşiler oldu. Bektaşilik yasaklanarak tekke ve zaviyelerine el konulması kararlaştırıldı. Bu amaçla Osmanlı coğrafyasındaki bütün tekkeleri kapatmak için memurlar görevlendirildi. Bektaşi babalarının bazıları Yeniçerileri kışkırtmakla suçlanarak idam edildiği gibi büyük bir kısmı sürgüne gönderildi. Bazı tekkeler de başta Nakşibendiler olmak üzere Rıfai ve Kadiri gibi tarikatlara verildi. Hacıbektaş’taki tekkeye de Nakşibendi şeyhi tayin edildi. Bütün Bektaşi tekkelerinin mal ve mülklerine el konuldu. Tekkelerdeki kitaplar da yaktırıldı.

Bu dönemde, şimdilerde şahit olduğumuz türden bir ihbarkampanyası da başladı. Birçok kişi muhaliflerini Bektaşilikle suçlayarak gözden düşürmeye çalıştı.

Güvenliğin sağlanması amacıyla birkaç ay içinde 50.000’e yakın nüfus şehirden sürüldü.

Yeniçeriliğin kaldırılışının Osmanlının ekonomik ve mali politikalarının yanında ordunun siyasi otorite üzerindeki baskısının da kaldırıldığını görebilmekteyiz.

Halk için bu harekete “Vaka-i Hayriye” dendi.

Yaftalamak düşünceyi örter. Toplumsal her olay ve hareket, geçmişten bu yana hep yaftalanmıştır ki kimsenin aklına “neden?”, “niye?” sorusu gelmesin.

Son 20 yılda sanat ve sanata destek artık yok. Dünyanın en eski komik mecmuaları olan Krokodil (Журнал Крокодил), Mad kadar olmasa da Akbaba, Gırgır, Papağan, Leman, Limon, Uykusuz ve daha onlarcası artık yoklar. Sosyal hayat ve ortamları da artık yok. Televizyonlarda Soap Opera-Sabun köpüğü eserler, sosyal olmayan konular, gazetelerin hemen hepsinde aynı başlıklar, böylece hayal kurmayı bilmeyen bir nesil yaratıldı. Yaşam zevki kayboldu, sorgu ve araştırma hak getire. Eskiler bilir ancak, TV’lerde dansöz oynatılmasına sadece yılbaşı programlarında yer verilir hale gelinmişti. Meşhur Türkan Şoray yasaları ise şimdi solda sıfır. Akla, hayale fantezi olarak bile gelemeyecek durumlar ortalıklarda sergileniyor “dizi” adı altında. Yaşamın doğası olan tüm güzel hasletler bir yana atıldı, ekonomik çöküntü de cahillikle paralel boşlukları doldurmaya başladı.

Söylesene muhterem hocam..!

Muhterem Hocam!..

Senin bilgin en derin içimizde.

"Sorun İstediğinizi" dedin ya demin!

Söylesene: Komik bir Hadis-i Şerif, var mı dinimizde?

Hiç komik bir hikâye anlatmamış mı Hazreti Peygamber, ashabına?

Hiç espri yapmamış mı?

Bir vesile çıkıp da gülmemişler mi topluca?

Kafama takılıyor da hocam, kimi zaman...

Günde beş vakit namazı kaçırmayanlardanız, bilirsin.

Ağzımız dualı, elimizde tesbih

Elhamdülillah, dinimiz bütün.

Ama söylesene hocam;

Ne diye ağlıyoruz vara yoğa bütün gün?

Akıl vermiş insana yaradan.

Bahşetmiş bütün dünya nimetlerini kullarına.

"Şükredin" demiş, ediyoruz.

"Ağlayın" dememiş, ağlıyoruz da;

"Gülün" de dememiş, gülemiyoruz.

Bastırıyoruz içimize!!!

"Keyif Şeytan işi" diyorlar, öyle mi?

Hani sen sevmezsin, biliyoruz, tamam,

"Neden?", "Niye?" diye üsteleyeni.

Ama anlayamadım gitti hocam.

Kusura bakma, Tövbe tövbe.

Basmıyor kafam işte, söylesene.

"Neden" hocam?

Neden ağlamak serbest de;

Gülmek yasak dinimizde?

Murat Tuncay

Öküzün Karısının Rüyası kitabından

(Duvar Yayınları. İzmir 2020)

(Necm 43. Hiç kuşkusuz, güldüren de O'dur, ağlatan da...)

İbn Sina ekolüne mensup bir âlim-filozof olan Ömer Hayyâm cebir, geometri, astronomi, fizik ve tıpla ilgilenmiş, müzikle uğraşmış, ayrıca adını ölümsüzleştiren rubailerini kaleme almıştır.

Gülümse

Durmadan kurulup dağılan bu yerde

Hiçbir dost arama.

Güvenilir bir sığınak, hiç! ..

Bırak acı yüreğinde konaklasın

Olmaza çare arama...

Kimse sana gülmeden sen acıya gülümse,

Yaşamana bak!

Şair Nedim, dünya güzelliklerinden zevk almayı, eğlence ve neşelenmeyi öven şiirlerle Lale Devri olarak bilinen eğlence devrinin iz bırakan şairi olmuştur.

Gidelim Serv-i Revanım Yürü Sa'd-Abad'a

Gülelim, oynayalım dünyadan arzu edileni alalım

Yeni yapılmış çeşmeden cennet suyu içelim

Ejderhanın ağzından ölümsüzlük suyunun aktığını görelim

Yürü ey servi boylum bakımlı yere gidelim.

Belçika’da metroya binen adam, gülmenin önemi ve bulaşıcı olduğunu herkese gösterdi. Bir metro dolusu yolcu, kahkahalarla güldüler. Komik olan ne idi? Aslında gülen adamdan başka kimse neye güldüğünü bilmeden gülmekteydi.

Gülmekten Korkmayın.

Siz de gülün, Allah da sizleri güldürsün.

www.servetbasol.com

201019