Telaşsız Kültür

 

Michelangelo Antonioni'nin 1995 yapımı “Par-delà les Nuages” (Bulutların Ötesinde) adlı filmin bir sahnesinde genç bir kız bir Cafede gizemli bir erkekle tanışıyor ve adam ona şu hikayeyi anlatıyormuş:

Bir zamanlar Afrika'da kayıp bir şehri aramakta olan arkeologlar, beraberlerindeki eşya ve yükleri, hayvanların ve yerlilerin yardımı ile taşıyarak uzun bir yolculuğa çıkmışlar. Kafile zor doğa koşullarında, balta girmemiş ormanların içinde ilerleyerek, nehirleri, çağlayanları geçerek yolculuğa günlerce devam etmiş. Fakat günlerden bir gün yerlilerin bir kısmı birden durmuş. Taşıdıkları yükleri yere indirmişler ve hiç konuşmadan beklemeye başlamışlar.

Ulaşmak istedikleri yere bir an önce varmak isteyen batılı arkeologlar bu duruma bir anlam veremeyip, zaman kaybettiklerini, bir an önce yola devam etmeleri gerektiğini anlatarak, yerlilerin neden durduklarını öğrenmek istemişler. Fakat yerliler büyük bir suskunluk içinde sadece bekliyorlarmış. Bu anlaşılmaz durumu yerlilerin dilinden anlayan rehber, onlarla bir sure konuştuktan sonra şu şekilde ifade etmeye çalışmış:

“Çok hızlı gidiyoruz. Ruhlarımız geride kalıyor.”

 

Slow Down Culture

Yeni bir fikir ya da her bir projenin, ne kadar anlaşılması ve uygulaması kolay olursa olsun Volvo şirketinde, uygulamaya konmadan önce üzerinden iki sene geçmesinin beklendiğini biliyor musunuz? Bu çok parlak bir kural ve başarısı deneylerle kanıtlanmış.

Küresel olarak herkes anlık sonuçlara odaklanmıştır. Hemen, şimdi. Bizler de her türlü şartta hemen sonuç almayı bekleriz.

İsveçlilerin yavaş, araştırıcı, sorgulayıcı, toplantı üzerine toplantı yapmaları size alışılmadık gelebilir ama kesin ve çok verimli sonuç aldıkları, dünya çapındaki başarılarının anahtarıdır.

Nüfusu 9,5 milyon, Stockholm’de 871,952 kişi yaşıyor (2010).

Dünya çapında bilinen markaları, say say bitmez. Volvo, Escania, Ericsson, Electrolux, vs. vs.

Volvo fabrikasına staj için giden birisi, fabrikanın 2.000 araçlık park yerine önce gelenin, binadan en uzağa park edişlerini örnek olarak gösteriyor.

Nedeni ise, geç gelenin binaya erişimine kolaylık sağlayabilmek!

 

Şu günlerde Avrupa’da, Hızlı Yemek (Fast Food) kavramının yerini Yavaş Yemek (Slow Food) kavramına bıraktığından bahsediliyor. Daha sağlıklı ve hazmedici yanını da vurgulayarak. Artık bir yaşam biçimi değil “Hızlı Yemek”. Sindire sindire yerken arkadaşlarınıza, ailenize ayıracağınız zaman olarak algılanıyor. Tıpkı şirket GSM telefonlarına iş saatleri dışında cevap vermemek, kişisel telefonu olmayanların da iş ile ilgili konuları konuşmayı reddetmeleri gibi.

Temelde, küreselleşmenin “acele” ve “çılgınlık” dayatmasına karşı bir tavır bu. Bu tavır “adet” yerine “nitelik” esaslı yaşam ve iş hayatı anlamını taşıyor.

 

35 saat/haftalık çalışma yerine uygulanan 28.8 saat/haftalık çalışmanın verimi %20 arttırdığını da göz önüne alırsak, “hemen yap”, “şimdi” gibi kavramların akılcılık ve yoğunlaşmadan uzak, israfa yönelik bir kavram olduğunu daha da iyi anlayabiliriz.

Bu tür bir “yavaş”lık yaklaşımının, verimlilikle olan bağlantısını şöyle sıralayabiliriz;

- Daha nitelikli iş çıkarmak,

- Üretimde artış, mükemmeliyet, detaylara verilen önem ve daha az stres,

- Aile, arkadaş, boş zaman ile ilgili değerlerin yeniden farkına varılması,

- “Şimdi”nin temsil ettiği an ve maddi değer ile “küresel” kavramının tanımsız ve sahipsizliğinin farkındalığı,

- “Yavaş”lığın öne çıkardığı insani değerler ve basit yaşamın rahatlığı.

Basit iş yeri ortamında daha mutlu, daha stresten uzak, daha verimli ve insani ilişkilerinin ön planda olması, herkesin yapmayı sevdiği işi yaptığının farkında olmasıyla, severek çalışmasını sağlıyor.

Artık şirketler, işin özünü göz ardı etmeden, insana önem vererek, üretim ve hizmetin yeni kalite kıstaslarını oluşturması gerekiyor.

 

Çoğumuz zamana karşı yarışmaktayız ama zamanı ancak bir kalp krizi geçirdiğimizde, ya da bir araba kazasında öldüğümüzde yakalayabilmekteyiz! Acelenin ecele faydası olmadığını da bilerek.

Başkaları geleceği yakalamak için acele ettiklerini sanırken, yaşamın gerçekte içinde bulunduğumuz an olduğunu fark etmiyorlar bile.

Kimse, hepimizin aynı zaman süresi içerisinde yaşadığımızın farkında değil. Zamanı nasıl tükettiğinizdir önemli olan.

Sizin değerleriniz ile size dayatılan değerlerin dengelenmesi, bu dengenin akılcı olması ve paylaşılır olmasıdır esas olan.

 

Kaybolan değerlerimizi hatırlayalım.

Postahane: Mektup, telgraf, posta pulu, kartpostal ve üzerine yapılmış onlarca beste, şarkı, roman ve yazılar.

Çek: Çek yaprağı, bankacılık sistemi, ticaretin yapısı ve hukuk tarafından korunmaya alınmış bir sistem. Eskiden söz vardı çek yoktu diyenlerin şimdi peşin parayı değil bulmaları, bulmamaları öğretiliyor. Şimdiki sistem borç üzerine.

Gazete: Basının gücünü basın, bindiği dalı kendisi tavır, ahlak ve düzey dallarını keserek yok etti. Karakter yerini sermayeye bıraktı, okuma oranları nüfusumuz artarken düştü ve düşmeye devam ediyor.

Kitap: Hızla gelişen yaşam, sanayi, teknik ve sanat kavramları, kitapların yazılmasını besleyen insani ilişkileri zayıflattı ve şimdi kitap satışları ticari bir düzeyde konuşlandı.

Telefon: Hatlı telefon artık başka amaçlar için kullanılıyor. GSM ler ise telefon adı altında data iletişim aracı olarak daha çok kullanılmakta.

Müzik: İnsani ilişkilerin yerini sanal ilişkiler aldı. Dans kavramı, iki kişinin birlikte dans ettiği çiftler kümesinden çıkıp bireysel asimetrik hareketlere dönüştü. Müzik, insani ilişkilerin yapaylaşması sonucu tüketim aracı olarak ele alınmakta. Her yerde “eski” eser ve sanatçıları bulabilirsiniz. Hala geçerliler ve yeniler de eskileri tekrar ve tekrar söylemekten başka yaratıcı bir şey ortaya koyamıyorlar.

Televizyon: Eğitici ve öğretici olarak dünyaya açılan kapı, halkların gelişimine katkı verirken, şimdilerde mevcut seviyenin de altına inerek prim yapmaya çalışıyorlar. Medyanın gücü, halkların cehaleti ile daha da güç kazanıyor.

Sahip Olduklarınız: Eskiden Pul Koleksiyonu yapılırdı, ya da başka şeyler. Değişimin hızı değerleri de törpüledi. Artık hiçbir şey size ait değil, sizin sahipleriniz var aslında. Ne yiyeceğinizi, ne giyeceğinizi, ne okuyacağınızı, ne almanız gerektiğini, nasıl yaşayacağınızı size söyleyen, öğreten reklamları verenler asıl sizin sahipleriniz. İnternette araştırma yaparken bile, sizin geçmiş taramalarınıza göre verileri sıralayan, sizin adınıza aramaya müdahale eden bilemediğiniz sayısal bir sistem var.

Özeliniz: Artık öyle bir kavram yok. Elektronik ortamda an be an alışkanlıklarınız, resimleriniz, nerelere gittiniz, neler konuştunuz, kimlerle görüştünüz, vs.. hiç biri size özel değil. Resmi ya da gayrı resmi izlenmeden bahsetmiyorum. Plastik para, internet ve GSM telefon yeterli sizi çözmek için.

 

Tüm bu etkenler göz önüne alındığında, olumsuzluk silsilesi “acele” ile daha da kötü bir ortam yaratmakta ve CRM ile SMS, büyük bir sorun olarak karşımıza çıkmakta. Buna bir de ülkemizdeki kültür farklılığını eklersek, içinde bulunduğumuz kördüğümü çözmek yine Büyük İskender’e kalıyor!

Havacılıkta mevcut kavramları iyi anlamak, “acele” ile “hızlı çözüm” arasındaki farkı içimize sindirmek zorundayız.

Dokuz ayda Pilot, altı ayda Teknisyen, üç ayda Dispeç, iki ayda ATCo yetiştirmek, bizleri ileriye götürmedi ve götürmeyecek de.

Sevgiler

www.servetbasol.com