İcat yapma

2-fuze-eski

BANDIRMA FÜZE KULÜBÜ

Hamdi Varoğlu’n un 1962 yılında ‘Fezaya doğru’ başlığı altında Cumhuriyet’te kaleme aldığı kısa ancak öz makalesi idealist gençlerin karşılaştıkları zorluklara ilişkin ipuçları verir.

“...El âlem gökleri fethetti. Fezada dolaşmadık bucak bırakmadı, yakında Merih’e, aya sonra belki öteki yıldızlara sabah kahvesine gider gibi seyahatler tertip edecek. Biz beri tarafta, bu işi merak edip sırrını keşfetmeye çalışan gençlerimize ilgi yerine ancak uçak mezarlığını gösteriyoruz. Füzeci gençler, Bandırmalılardan çoğunun alaylarına hedef oluyor. İlgi yok, yardım yok, el birliğiyle işin alayındayız. Hazerfen Ahmet Efendi’den bu yana bir arpa boyu yol alamamışız diyeceğim geliyor...”

Makalede anlatılanlar açıktır.

Ancak gençler tüm bu güç koşullara rağmen, her şeyi görmezden gelmiş ve yollarından dönmemişlerdir. Üstelik aralarında her şeyden vazgeçecek kadar kararlı olanlar da vardır.

Bu gençler, oldukça kısıtlı imkanlara rağmen hemen işe koyulurlar, hesaplar kitaplar yapılır ve ardından da pratik denemelere başlanır. Liseli gençlerin kurduğu kulübe katılanların sayısı da giderek daha fazla artmaktadır ve kulüpteki gençler arasında her şeyden vazgeçecek kadar kararlı bir isim vardır:

Kirkor Divarcı

Bandırma Füze Kulübü’nün çalışmalarına İstanbul’dan katılan Üsküdarlı Kirkor Divarcı, bu uğurda pek çok değerli şeyi elinin tersiyle itmiştir. Ermeni asıllı bir Türk vatandaşı olan Divarcı, nişanlısı ile biriktirdikleri 400 lirayı, füzenin ilk hali için, hiç düşünmeden kullanacak kadar gönül vermiştir bu işe… Divarcı, projesini önce İstanbul Teknik Üniversitesi’ne onaylatır. Ardından da Türk Silahlı Kuvvetleri ile temasa geçer. Ordunun da desteğiyle, ilk füze fırlatışını gerçekleştirir.

GÖĞÜ FETHEDEN FÜZEMİZ

Hikâyenin bundan sonraki bölümünü ve 1962 yılının Zafer Bayramı’nda, Bandırma’da atılan füzenin çıkardığı gürültüyü gazete satırlarından okumak daha heyecan verici olabilir:

“19 Eylül 1962… Divarcı’nın, ordunun da desteğiyle hayata geçirdiği projesi, ‘Marmara 1’ adı verilen ve üzerinde ay yıldız olan 1 metre 33 cm’lik, 1.5 kiloluk ilk Türk füzesi, semaya çıkar…

Önümüzdeki günlerde yapılacak bir denemede füzenin 5 bin metreye çıkacağı tahmin edilmektedir. Bugün atılan füze, bir metre boyunda ve 3 kilo 300 gram ağırlığındaydı.”

Teknik başarısızlıklar ve şansızlıklar olsa da Marmara-I’in gökyüzünü zorlayan ‘ilk gerçek füzemiz’ olarak tarihe geçtiği ortadadır. Bu başarı, füze çalışmalarını sürdürenlere de cesaret verir.

Kirkor Divarcı, 3 Eylül 1962’de de kalabalık bir halk kitlesi önünde başka bir füze fırlatmış ve büyük başarı kazanmıştır. 800 gram ağırlığındaki katı yakıtla ateşlenen roket, 2700 feet (yaklaşık 822 metre) mesafede bulutlarla kardeş olup gözden kaybolmuştur. Bir metre uzunluğunda, 6 santim çapında ve 5 kilo 50 gram ağırlığındaki füzeye ‘Marmara-II’ adı verilmiştir. Meyvesini veren çalışmalar sonucunda Bandırma Füze Kulübü’nün İstanbul ve Ankara’da da şubeleri açılıp gökyüzüne hiç durmadan füze gönderilmeye başlanır. 2700 feet yükselen Marmara-II’yi ‘Hürriyet-I’ ve ‘Hürriyet-II’ isimli roketler izleyecektir.

FARE BİLE YOLLAYACAKTIK!

Peş peşe yapılan heyecan verici denemelerin, bu uğurda emek harcayanları biraz daha iştahlandırıp yeni arayışlara yönelttiğine şüphe yoktur. Üstelik onlara üniversitelerin yanı sıra, Hava Kuvvetleri Komutanlığı ve ARGE Başkanlığı da destek olmaya karar verir. Böylece çıta biraz daha yükseğe konulur.

300 kilo ağırlığında, 3 metre 60 santim boyunda ‘Vega’ isimli bir roket tasarlanır. 150 kilogram kalsit yakıt kullanılacak güdüm tesisatlı roket tamamen elektronik sistemle donatılacaktır. Vega’nın 90 kilometreyi aştıktan sonra, kapsülünden ayrılarak 320 kilometrelik balistik bir yol takip etmesi planlanmıştır.

Üzerinde çalışılan bir diğer proje ise, ‘Aktrüs’tür. 4 metre uzunluğunda ve 500 kilo ağırlığında olması öngörülen füzenin, o güne kadar yapılan bütün çalışmalardan daha büyük bir yankı uyandırması beklenmektedir. Çünkü bu, fezaya ilk kez bir canlı gönderme denemesi olacaktır. Aktrüs’ün kapsülüne yerleştirilecek farenin, mikrofilm makinesiyle tüm hareketleri tespit edilmeye çalışılacaktır! Roketin kapsülünün 150’nci kilometrede ana gövdeden ayrılması ve bir paraşütle yavaş yavaş süzülerek içindeki fareyle birlikte yere inmesi beklenmektedir.

BURAYA KADAR

İlk zamanlarda kendileriyle alay edilen füze gönüllülerinin, çok kısa bir zamanda fezaya içinde canlı olan bir roket gönderme aşamasına gelecek kadar ilerlemiş oldukları açıktır.

Ne var ki işler de bu noktada nihayete erecek ve ‘o fare’ Türkiye semalarından uzaya doğru asla yükselemeyecektir.

Görünmeyen bir el, füze çalışmaları yapanlara “buraya kadar” demiştir. Destek olan kurumlar bir anda geri çekilir. Dahası deneme alanları kapatılır. Bunun ötesinde, daha tatsız hadiseler de yaşanmıştır.

920 metre yüksekliğe ulaşıp Türkiye’nin ilk füzesi olarak tarihe geçen Marmara-I’in yaratıcısı Kirkor Divarcı hedef alınır. Divarcı’nın Üsküdar’daki evinde sebebi anlaşılmayan bir yangın çıkmış ve üzerinde çalıştığı tüm projeleri gibi evi de kül olmuştur.

Üzerine gidilmeyen bu olayın hiçbir zaman aydınlatılamamış olması şaşırtıcı değildir.

Açıkçası, 1959 yılında başlayan umut verici çalışmalar, 1963 yılında zirveye çıktığında faili meçhul bir bıçakla kesilmiştir. Bandırma’daki füze kulübüyle birlikte onun diğer şubeleri de sessiz sedasız kapanacaktır.

Peki, bu heyecanlı maceradan geriye ne kalır?

Birkaç solgun gazete kupürü ve hayata küsen Kirkor Divarcı’nın asla anımsanmayacak öyküsü...

Sonu hüsranla biten birçok filmi tek bir jenerik üzerinden akıtmak mümkündür!

Asırlar önce gökyüzünde gördüğü şekilleri bayrağına işleyen bir kültürün bugün bulunduğu noktayı, ‘çiçekleri kurutmakla, meyve veren ağacı taşlamak’ arasındaki iki bilinenli denklem net bir şekilde ortaya koymaktadır...

Burası, öteden beri engellenen insanların coğrafyası olmuştur!

http://www.birgun.net/haber-detay/tam-fezayi-fethedecektik-85072.html

-/-

TÜRKİYE'DE "DELİ" DEDİLER, AMERİKA'DA "DAHİ" OLDU..

1950li yılların sonuydu..

Adana'nın Yağızlar Mahallesinde ele avuca sığmaz bir çocuktu..

Adı İrfan Mavruk'tu..

Daha ortaokul çağlarında mahallede füze denemeleri yapıyordu. Evde denizaltı, helikopter, uçak maketleriyle uğraşıyordu. Hiç bir eğitimi olmamasına karşın her ay bir füze fırlatıyordu..

Fırlattığı füzeler evlerin çatısına düşüyordu. Mahalle isyanlardaydı. Bu çocuğun aklından zoru var dediler. Defalarca karakola şikayet ettiler. Polis defalarca uyardı..

Baba Celal Mavruk ile anne Hüsniye Mavruk çaresizdi..

İrfan'ın kulağını çektiler. Bir daha yapmayacağına dair söz aldılar. Ama kim dinler..

İrfan Mavruk mahallenin başına bela olmaya devam etti. Sonunda ailesi İrfan'ı Erkek Sanat Enstitüsü'ne yazdırdı. İrfan okulda projelerini daha da ilerletti. Destek almak için Adana Elektrik Mühendisleri Odası'na başvurdu. Ancak gelen cevap olumsuzdu.

"İrfan Mavruk’un elinde dolaştırdığı füze projesi meraklı bir çocuğun çizdiği karmaşık bir takım şekillerden ibaret olup, teknik bir makine resmi ile herhangi bir alakası yoktur. Verilen izahattan anlaşıldığına göre İrfan Mavruk, maalesef geniş fantezisi ile mevcut olmayan şeyleri olmuş gibi göstermekte ve hiç bir hesaba dayanmayan bir takım iddialar ileri sürmektedir."

Ama İrfan yılmadı..

Bir gün okulda atom dersi verilirken, İrfan'ın söyledikleri hocasının dikkatini çekti..

Öğretmen Milli Eğitim Müdürlüğü'ne "Bu çocukta müthiş bir zeka ve yetenek var" dedi..

Bunun üzerine dönemin Adana valisi, eski TBMM Başkanı Refik Koraltan’a bir mektupla gönderdi. Koraltan mektuptan çok etkilendi ve durumu Başbakanı Adnan Menderes’e anlattı. Menderes İrfan Mavruk’u Dolmabahçe Sarayı’na davet etti. Sarayda Menderes, Koraltan ve bakanlar vardı. Hep birlikte İrfan'ı dinlediler ve yüksek zekalı çocuklar fonundan Amerika'ya gönderdiler.

Colombia Üniversitesi * Houston

1959’da yılında New York’a giden İrfan Mavruk, Colombia Üniversitesine alındı. Ardından Houston’da nükleer araştırma merkezinde hidrojen bombasını bulan bilim adamıyla çalıştı..

Daha sonra nükleer silahların parçalarını üreten fabrikalarda görev aldı, uzayda atom yükünü ölçen bir makine geliştirdi..

Amerikalılar üstüne titremeye başladı. Hatta CIA tarafından korunduğu yazıldı..

Bu sırada Türkiye'de askerliğini yapmamıştı. Türk vatandaşlığından çıkarıldı.

Amerikan vatandaşlığına geçti ve evlendi. Üç çocuğu oldu. 2010 yılında kalp krizinden öldü.

Vasiyeti üzerine memleketi Adana’da Ali Hocalı Mezarlığı’nda toprağa verildi.

İrfan Mavruk, "Başımıza yeni icat çıkarma" denilen çocuklardan biriydi..

Türkiye'de "deli" dediler, amerika'da "dahi" oldu

-/-

Artık kabul etmemiz gerekiyor.

Bir şey üretmedikçe, kontrol sende değil.

Kontrolü eline geçirdiğinde de mühendislerimiz birer birer ya da topluca intihar ediyorlar!

Etmezler iseler biz karşı çıkıyoruz.

Bu sahadaki önderlerimiz Vecihi Hürkuş ve Nuri Demirağ, sonrasında da Marshall Yardımı için yapılan anlaşmalar.! Devamında da kapatılan uçak fabrikalarımız, Devrim arabaları, Füzelerimiz ve başarılı olduğu oranda intihar etmiş! mühendislerimiz. Onları bile koruyamıyoruz ve dahası öldürülmelerine göz yumuyoruz.

İster istemez insan düşünüyor; bilinen ama bilinmezlikten gelen bu karanlık süreç, eğer böyle olmasaydı; bugün hava savunmamız için milyonlarca dolar harcar mıydık yine?

Peki hiç bilinmeyen, hatta bugün bile araştırmak istediğimizde sağlıklı ve yeterli bilgiye ulaşamadığımız bu hikayeye, şaşırdık mı? Hayır

Bu olay bize neyi hatırlatıyor; İcat yapma…!

Tıpkı teknolojiyi sattıkları gibi, o teknolojiyi kullanmasını da öğreterek ilave para kazanıyorlar. Yetmedi üniversiteler açıp, teknolojiden nasıl faydalanacağımızı çocuklarımıza öğretiyorlar.

Bilinçaltında ise hep o var; İcat yapma…

1970’lerde ucuz işçilik ile üretilen tarım ve oyuncak ile kalkınamayacağını gören Tayvan, 1980’lerde ağır sanayi hamlesi ile kalkınmaya karar vermiş, tüm yatırımlarını buna göre düzenlemişti. Eğitimini Meslek Okulları ve devamı olan Yüksek Okul üzerine kurmuş, yarı iletken üzerine yoğunlaşmış (ara sanayi), ARGE yatırımlarını planlamış ve ülke olarak “Asya Kaplanları” arasına girmeyi başarmıştı. 2011’de Dünyanın üçüncü En İyi Yatırımcısı seçilen Tayvan, son 20 yıldır IT teknolojisi üzerine çalışmakta, bu sektörde de dünya pazarında en büyük beşinci üreticisidir.

1947’de imzalanan Fullbright Anlaşması gereği “Milli Eğitim” İmam Hatip okulları üzerine kurulmuş olup, bu okullardan mezun olanların ne üretecekleri hala açıkça belirlenmemiş, sanat, felsefe, sanayi ya da hizmet sektörü bu eğitimin devamı olamamıştır.

Biz ise sanayi hamlesi yapmak istemiyoruz. Hep söylüyoruz; İcat yapma.

Zaten tartışılacak bir şey de yok.

Bir bakanımız bile iCloud için “O kadar kafa yormayacak, nimetinden faydalanacaksın” demişti.

Bu veciz söz ile şunu iyice anladık;

İcat yapma…

“Peki” deyince tartışma olmazmış…

www.servetbasol.com

171017