BOŞLUK BIRAKMAK

TO LEAVE SPACE

De laisser un espace

Ali R+ SARAL

APH-1752.jpg

Medeni tavırlar boşluk bırakmak ustalığına dayanır.

Bir kapıdan geçerken başkasına ya da bir bayana bizden önce geçebilmesi için boşluk bırakıp yol vermek ya da yaşlı bir insana otobüste yer vermek…

Konuşurken hiç kesintisiz ve yüksek sesle değil, karşımızdakinin gerek gördüğünde araya girebilişi için şans tanıyacak şekilde, zaman zaman biraz yavaşlayarak hatta durarak ve onu duyabileceğimiz şekilde hafifleyerek…

Otomobil kullanırken önümüzdeki şoförün hatalarına karşı öndeki araba ile bizimki arasında mesafe bırakarak…

Günlük hayatta ilişkilerimizde insanlara hata yapmak şansı tanımak için gerekli mesafe ve zararı telafi edecek maddi manevi payı bırakarak…

Diş fırçalarken diş macununun etkileyişi için zaman tanımak… Banyoda saç şampuanını sürüp köpürttükten sonra beklemek… Herhangi kimyasal bir işlemin gerçekleşişi için zaman tanıyarak…

İnsanlara davranışlarını açıklamaları ya da düzeltişleri için zaman tanımak…

Kendi bilinçaltımıza bilerek çözemediğimiz problemleri çözmek, ya da hatırlayamadığımız şeyleri bulup getirmek için bir an zaman tanımak, yaratıcılığımızı harekete geçirmek için sezgilerimize şans tanımak…

Kendimize zaman tanımak…

Medeni tavırlar yol vermek, yer bırakmak, mesafe bırakmak, zaman tanımak, pay bırakmak gibi nice boşluk bırakmak ustalıklarına dayanır.

Medeniyet ile boşluk bırakmak arasındaki ilişki yalnız soyut anlamda değil elle tutulur fiziki anlamda da geçerlidir, bir yaşlıya yer vermek gibi… Bunun bir başka örneği şehir planlamasında görülür.

Roma ve Istanbul şehirlerini karşılaştırdığınızda: Her ikisi de Roma imparatorluğunun damgasını taşır. Bazı binalar hem işlevsel olarak hem de stil olarak aynıdır nerede ise…

Günümüzde bu iki şehir karşılaştırıldığında ise, her ikisinde de eski şehirlere özgü benzer yapılaşma görülür. Ancak günümüz Roma’sında meydanların alabildiğine genişliği şehrin o eski yapısına nefes aldıracak ‘boşluklar’ sağlar.

Bizden bir de olumlu örnek, belki pek o kadar kıymetini anlayamadığımız zaman zaman… Rumeli göçmenlerinde vardır ama sanıyorum bu adet Türk kültüründe yaygındır… Yemek yerken masadan yere kaşık düşerse ‘Yolda aç var’ denir… Masadaki her şeyin silip süpürülmemesini ve gelebilecek Tanrı misafirine de bir pay ayrılması gerektiğini hatırlatan ne güzel bir geleneğimiz… Belki hiç anlamını düşünmeden taşıya geldiğimiz…

Neden boşluk bırakmak?

Çünkü sınırlıyız… Algılayışımız sınırlı… Düşünüşümüz sınırlı… Hatırlayışımız sınırlı… Kavrayışımız sınırlı… Karar verişimiz sınırlı… Tepki gösterişimiz sınırlı…

Maddi manevi varlığımız hem miktar olarak, hem zaman olarak, hem kalite olarak, hem güzellik olarak, hem de doğruluk olarak sınırlı…

İşte Miller 1956’da yazdığı TILSIMLI SAYI YEDİ, ARTI EKSİ İKİ: BİLGİ İŞLEYİŞ KAPASİTEMİZDE BAZI SINIRLAR adlı çığır açan makalesinde bu gerçeğe işaret ediyordu (The Magical Number Seven, Plus or Minus Two…).

Şöyle bir düşününüz, kullandığımız bütün araçları, cihazları…

Çamaşır makinası, ocak, buzdolabı, ütü, otomobil gibi…

Yedi artı eksi iki kuralının nasıl titizlikle uygulandığını görürsünüz cihaz tasarımında…

Ya da bu kuralın uygulanmadığı durumlarda, cep telefonları, TV kumandalarının nasıl insanı aşan, zorlayan, çoğu zaman sinir bozan etkileri olduğunu…

Miller bu makalesinde insan değerlendirişinde, dikkat edişinde, hatırlayışında, alglayışında ‘öğrenerek ya da sinir sistemlerimizin tasarımından kaynaklanan’ ‘bir yedi artı eksi iki’ nesne sınırı olduğunu yazmıştı. Kısaca, yaklaşık en çok 6-7 nesneyi aynı anda görüp izleyebiliriz. Belirli koşullarda yapılan deneylerde en çok 6-7 şeyi hatırlayabiliriz, gibi…

Miller kuralı özellikle bilgisayar arayüzlerinin tasarımında kullanılır. Örneğin, dikkat edilirse rahat kullanılan programlarda, menu maddeleri hem yatay olarak hem de düşey olarak 6-7’yi geçmez. Geçtiği programlar vardır ama onları kullanan insanlar genel kullanıcılar değil daha çok uzman kişilerdir, örneğin Rational ile Lotus’ü karşılaştırabilirsiniz… Bir de donanımsal örnek, evinizdeki ocak-fırın ile bir pilotun önündeki kumanda panellerini karşılaştırınız…

Bilgisayar arayüzlerinde çoğu zaman, örneğin menu maddeleri 6-7’den çoktur. O zaman gruplamak (clustering) yoluna gidilir. Örneğin print ile ilgili menu maddeleri tek bir print menüsünde gruplanır… Miller söz konusu makalesinde gruplamağı yeniden kodlayış (recoding) olarak adlandırır. Giriş bilgisini gruplayışın ya da girişler dizisini birimlere ya da öbeklere (chunk) ayırışın önemini anlamalıyız. Mors kodu öğrenen bir insan ilk önce her dit-dat’ı ayrı bir bütün olarak algılar. Bir süre sonra onları harf olarak duymağa başlar. Daha sonra giderek harfleri de aşar ve doğrudan kelimeleri duymağa başlar… İletişim teorisi ağzında buna yeniden kodlamak denir. Printle ilgili bütün menüleri koymak yerine yalnız print anamenü maddesini koymak insanın yeniden kodlama eğilimine paraleldir.

Tabii, sınırlar yalnız algılamak, izlemek, hatırlamak, karar vermek konusunda değil…

Gönül ister ki, şimdi E5’e çıkıp hiç durmadan 150 ile gazlayabilelim… Ya da 200 ile, 300, 350 ile gazlayabilelim… Ya da akşam 5 bardak su ya da içen için rakı içebilelim… Hatta 9 bardak, dahası 12, 15, 20 bardak… İyice azdım… Denize gittiğimizde, hiç nefes almadan, bir saat suyun altında kalabilelim… Biraz da entel takılalım… Kitapçıya gittiğimizde, beğendiğimiz bir kitabı, en ufak ayrıntısına kadar, oracıkta ayakta 15 dakikada, sonuna kadar okuyabilelim… Zaman biraz tehlikeli gerçi ama… Zamanı istediğimiz hızda yaşayabilelim… İstediğimiz zaman uzatalım, istediğimiz zaman kısaltalım…

Son olarak, istediğim kadar uzun yazabileyim ama okuyucularım bir bakışta yazının uzunluğuna ve yoğunluğuna göre kapasitelerini ayarlayarak zevkle yazılarımı okuyabilsinler…

Evet, yazımın başında belirttiğim gibi,

Medeni tavırlar boşluk bırakmak ustalığına dayanır.

Çünkü sınırlıyız.

Çünkü var olan her şey sınırlı.

Evet, medeni tavırlar boşluk bırakmak ustalığına dayanır.

Çünkü medeniyet sınırlar içinde, sınırlara karşın ve gerektiğinde onları var ya da yok kabul ederek yaşamak ustalığıdır.

Ali R+ SARAL

-/-

Sevgili Ali Rıza’nın yazılarına kendi sayfalarımda hep yer vermişimdir.

Ülke insanı olarak nasıl farklı bir kültür yarattığımızı görmemizi sağladığı için bu yazıyı önemsiyorum.

Kültür (birikim) bizler (gruplar) tarafından oluşturuluyor. Millet olarak var olan hasletlerimizi esas alırsak, bu hasletler üzerine oluşturuyoruz.

Yaşantımıza bilimi de, yasaları da sınırlayarak sokmaktayız.

Karne notlarını 10 üzerinden verirken, kuralları yerine getirmede batı modelini seçmişiz ama hedeflerimizde “yeterli” dışında başka bir şey yok;

Mükemmel       Excellent

Çok iyi                Very Good

İyi                        Good

Yeterli                Satisfactory

Başarısız            Failure

Okulda “geçer” not almak “yeterli” bir çalışma şekli. Kimse iyi ve daha iyi için uğraşmıyor. Mükemmel ise ‘boş ile iştigal’!

Verilen görevin yerine getirilmiş olması “yeterli”.

Başarı için “yeterli” kavramı, bizleri tökezleyen tek ama en önemli kavram.

Kimse iyi, çok iyi ya da mükemmel ile ilgilenmiyor. Kendi kendini sınırlamış olmaktan memnun gibi.!

Okuduğunu anlamakta OECD ülkeleri arasında en aşağılarda olduğumuz belgelenmiş.
Benim ise akıl erdiremediğim konu, zaten okumayan bir toplumuz, nasıl oldu da okumayan bir toplumun “okuduğunu anlamadığını” ölçebildiler?

www.servetbasol.com

171225