Bardaktaki
Çay.!
THY’nin
süreçlerini inceleyen Lufthansa Genel Müdürü Dr. Heinz Ruhnau, THY ile
Lufthansa’nın farkını söyle açıklıyor:
“Sizin
teknisyenleriniz daha pratik, ama bizimkiler daha disiplinli ve planlı.
Biz dokuz zaman
dilimini planlama, bir zaman dilimini uygulama için kullanıyoruz.
Sanıyorum ki siz
planlamaya bir dilim ayırdığınız için dokuz zaman dilimini de yap-bozla
geçiriyorsunuz.”
Belirlenmiş
astlarla değil, inanmış takipçilerle ilerlemek…
Kozlu; “Bir
yönetici olay ve insanlardan aktif biçimde öğrenmeye, öğrendiklerini organize
biçimde hatırlamaya ve kullanmaya çalışmalıdır.
Hayatta
kalabilmenin yolu sürdürülebilir farklılıkları yakalayabilen, rakiplerden üstün
ürün ve hizmetlerden geçer” diyor.
Cem Kozlu’nun
“Liderin Takım Çantası” kitabından.
Bir “yaya”
köprüsü yapılacaktı Milano’dan Linate Havalimanı’na giden yolun üzerine. O
yolun sağı ve solu çok geniş bir parktı ve birçok koşu yolu barındırıyordu
içerisinde.
Artan havayolu
trafiği, artan araç ve ışıklı bir yaya geçidi.
Çoğu zaman bizler
araba ile süratle geçerken, geçmek için yeşil ışığı bekleyen yayaları,
oldukları yerde koşar gibi yaparken görür, gülümserdik. Kırmızı bize yanınca da
süratimizi kesti diye ışığa söylenirdik. Köprü yapılacağını duyduk ve çok
sevindik. Artık trafik ışığı olmayacaktı önümüzde. Aradan iki sene geçti ama
hala bir şey yapılmamıştı. Çok sonraları nihayet çalışma başladı ve çok kısa
sürede bitirdiler. Aradan ne kadar geçti bilmiyorum, bir arkadaşım sordu bana
“Sen her gün o yoldan geçiyorsun, ne zaman açıldı o yaya geçidi?” diye. Ne
kadar zorlasam da yaklaşık bir tarih veremiyordum. “Açıldı işte” deyiverdim.
Bunun üzerine
anlattı. O geçidi yapmak, iki yıl planlama ile gerçekleşmiş. En zor olan tarafı
ise o geçidin “rengi” imiş. Bir dahaki geçişinde bak. “Seni yanıltan ve tarih
vermeni engelleyen o renktir” demişti. Seçilen rengin özelliği, dikkat çekmeyen
ve çevreye uygun bir renk olmasıymış. Dört mevsim boyunca göze batmayacak olan
o rengi bulmaları bu kadar zaman almış. Haklıydı arkadaşım. Ancak üçüncü
geçişimde dikkatle bakabilmiştim rengi ne diye. Öbür iki geçişte dikkat etmeyi
unutmuş ve basıp gitmiştim.!
Detaylar sadece bir
bütünü oluşturmuyor. Eğer bir nesne, yaşantınız içerisinde yer alıyor ve onu
bir şekilde kullanıyor iseniz, artık sizin için yaşantınızın bir parçası,
yaşayan bir nesne oluyor ve size yön veriyor. Çoğu zaman farkında bile
olmadığınız halde.
İşte buna
İşletmecilik deniyor.
Detayların
yaşantınıza girmesi, sizin onları kabullenmeniz ya da reddetmeniz, işletmenin
görünmeyen kısmı.
Detay diye
adlandırılan nesneler, gündüz başka görünüp, gece daha başka bir görev üstlenen
nesneler.
Hiç kullanmadığınız
halde bilinçaltında orada olduğunu bildikleriniz ve bu duygunun sizi
rahatlattığı durumlar.
Renklerin dili ve
gizliden gizliye size söyledikleri.
Kullanırken
elinize uyan, ya da oturunca bir türlü rahat hissetmediğiniz iskemle, koltuk,
kanepe ve/veya banklar.
İçeri girince
nefes aldığınızı hissetmeniz ya da üzerinize üzerinize geliyor gibi olan açık ve
geniş bir alan.
Hiç dile
getirmediğiniz ama içerisinde rahat ettiğinizi hissettiğiniz bir tatlı gürültü
ya da tam tersi, yüksek olmasa bile sizin kulağınızı yoran bir uğultu.
Tüm bunların
kontrol edilebilenleri var, bir de sizin iradeniz dışında olanlar.
Seçilen renk,
seçilen model, seçilen mimari, sizin kontrolünüzde.
İşletme ise
“insan” ile mümkün.
İnsanı
yetiştirmek, aynı ruhu işleyebilmek ve aynı davranış biçimi ile hizmet vermeyi
sağlamak, işletmecinin görev, yetki ve sorumluluğundadır.
Üstelik bu tavrı,
çok çeşitli kültürlere de yansıtabilmeyi sağlamak, verilecek eğitimin temel
olmazsa olmazıdır.
Tavır ise ancak
profesyonel meslek sahiplerinde bulunan, mesleğe özgü davranış biçimidir.
Biz havacılar, beş
sene meydanda çalışmamışlara hep çaylak derdik. Bu beş sene içerisinde ayak
uyduramayıp gidenler ya da gönderilenler, kalanların nerede ise iki katı
olmuştur hep.
Bu tavır, kişisel
değil, kurumsal bir tavır olmuştur. Telefona cevap veren bir tek kişi bile
kurumu temsil edip kurumun görüntüsünü aktarmaktadır karşısındakine.
Hiç görevi
olmadığı halde yardımda bulunan bir kişinin bu yardımı bile, üzerindeki
üniformadan dolayı kişisel değil, kurumsal olarak algılanır.
Bir işin nasıl
yapılacağı her yerde yazar. Havacılıkta yazılı olmayan yoktur.
Tavır ise,
öğretilmez, örnek olunarak yaygınlaşıp kökleşir.
18 yaşında, 20
senelik deneyime sahip kimseyi bulamazsınız.
Size bunları
öğretecek olanlar “çok fazla niteliğe sahip-overqualified” diyerek dışlananlardır.
Google kimseye deneyim kazandırmaz. Eğer köklü bir tavır edinmek istiyorsanız,
bu “çok fazla niteliğe” sahip kişilerle çalışmalı ve çalışmaya devam
etmelisiniz. Yaş ayrımı yaparsanız, hem gelişmeyi hem de kurumsal kişilik
yaratmayı engellemiş olursunuz.
Üniversitede eğitim
verirken, öğrencilerimizin akıllarında kalanlar ki beni ilk zamanlarda çok
şaşırtmıştı, ders ile ilgili olan bilgiler değil, tavır, tutum ve davranış ile
ilgili söylediklerim ve yaptıklarımdı.
Sonraları
bilginin kullanım alanından çok o alanda kullanırken takınacağımız tavrın daha
önemli olduğunu hissetmiş olmaları, benim çok hoşuma gitmişti.
Nesiller arası
iletişimin koptuğu anlar, gelişimin gerilediği durumlardır.
Know-How satın
almak bunun en açık örneğidir. Haydi satın aldın diyelim, onu öğrenmek,
kavramak, içselleştirmek ve kendi kültürüne uyarlamak için yine bu zincire
gerek olacaktır.
Unutulmamalı ki
zincir, en zayıf halkası kadar güçlüdür.
Bir grup kariyer
yolunda ilerleyen yeni mezun, eski üniversitelerindeki hocalarını ziyaret için
bir araya gelirler. Sohbet, sonunda işin ve hayatın stresinden şikâyetleşmeye
döner.
Öğrencilerine çay
ikram etmek isteyen hoca mutfağa gider ve yanında büyük bir termos içinde çay
ve porselen, plastik, cam, kristal olmak üzere değişik tarzda ve ucuz
görünenden, pahalı ve hatta çok özel olanlarına kadar değişik çay bardakları
ile gelir.
Herkes bir bardak
seçince, hoca şöyle der :
“Fark ettiyseniz,
tüm pahalı görünen bardaklar alındı ve geriye ucuz görünümlü, sade bardaklar
kaldı.
Kendiniz için en
iyi olanı istemeniz normal olsa da, bu sizin stresinizin ve problemlerinizin
kaynağı aslında.
Emin olun ki,
bardağın kendisi çayın kalitesine hiç bir şey katmaz.
Çoğu zaman,
sadece daha pahalıdır ve hatta bazı durumlarda da içtiğimizi saklar.!
Hepinizin aslında
istediği çay idi, bardak değil ama bilinçli olarak en iyi bardaklara yöneldiniz
ve sonra birbirinizin bardağına bakmaya başladınız.
Hayat içtiğiniz
çaya benzer; iş, para ve toplumdaki konumunuz da bardaklara.
Onlar, hayatı
tutmak için sadece araçlardır ve seçtiğimiz bardak yaşadığımız hayatın
kalitesini belirlemediği gibi değiştirmez de.
Bazen sadece
bardağa odaklanarak çayın tadını çıkarmayı unuturuz.
İçtiğinizin
tadına varın!”
Anlamak yok çocuğum,
Anlar gibi olmak
var;
Akıl için son
tavır,
Saçlarını yolmak
var...
Necip Fazıl
Kısakürek
180129