Bardaktaki Çay.!

APH-1805.jpg

THY’nin süreçlerini inceleyen Lufthansa Genel Müdürü Dr. Heinz Ruhnau, THY ile Lufthansa’nın farkını söyle açıklıyor:

“Sizin teknisyenleriniz daha pratik, ama bizimkiler daha disiplinli ve planlı.

Biz dokuz zaman dilimini planlama, bir zaman dilimini uygulama için kullanıyoruz.

Sanıyorum ki siz planlamaya bir dilim ayırdığınız için dokuz zaman dilimini de yap-bozla geçiriyorsunuz.”

Belirlenmiş astlarla değil, inanmış takipçilerle ilerlemek…

Kozlu; “Bir yönetici olay ve insanlardan aktif biçimde öğrenmeye, öğrendiklerini organize biçimde hatırlamaya ve kullanmaya çalışmalıdır.

Hayatta kalabilmenin yolu sürdürülebilir farklılıkları yakalayabilen, rakiplerden üstün ürün ve hizmetlerden geçer” diyor.

Cem Kozlu’nun “Liderin Takım Çantası” kitabından.

 

Bir “yaya” köprüsü yapılacaktı Milano’dan Linate Havalimanı’na giden yolun üzerine. O yolun sağı ve solu çok geniş bir parktı ve birçok koşu yolu barındırıyordu içerisinde.

Artan havayolu trafiği, artan araç ve ışıklı bir yaya geçidi.

Çoğu zaman bizler araba ile süratle geçerken, geçmek için yeşil ışığı bekleyen yayaları, oldukları yerde koşar gibi yaparken görür, gülümserdik. Kırmızı bize yanınca da süratimizi kesti diye ışığa söylenirdik. Köprü yapılacağını duyduk ve çok sevindik. Artık trafik ışığı olmayacaktı önümüzde. Aradan iki sene geçti ama hala bir şey yapılmamıştı. Çok sonraları nihayet çalışma başladı ve çok kısa sürede bitirdiler. Aradan ne kadar geçti bilmiyorum, bir arkadaşım sordu bana “Sen her gün o yoldan geçiyorsun, ne zaman açıldı o yaya geçidi?” diye. Ne kadar zorlasam da yaklaşık bir tarih veremiyordum. “Açıldı işte” deyiverdim.

Bunun üzerine anlattı. O geçidi yapmak, iki yıl planlama ile gerçekleşmiş. En zor olan tarafı ise o geçidin “rengi” imiş. Bir dahaki geçişinde bak. “Seni yanıltan ve tarih vermeni engelleyen o renktir” demişti. Seçilen rengin özelliği, dikkat çekmeyen ve çevreye uygun bir renk olmasıymış. Dört mevsim boyunca göze batmayacak olan o rengi bulmaları bu kadar zaman almış. Haklıydı arkadaşım. Ancak üçüncü geçişimde dikkatle bakabilmiştim rengi ne diye. Öbür iki geçişte dikkat etmeyi unutmuş ve basıp gitmiştim.!

Detaylar sadece bir bütünü oluşturmuyor. Eğer bir nesne, yaşantınız içerisinde yer alıyor ve onu bir şekilde kullanıyor iseniz, artık sizin için yaşantınızın bir parçası, yaşayan bir nesne oluyor ve size yön veriyor. Çoğu zaman farkında bile olmadığınız halde.

İşte buna İşletmecilik deniyor.

Detayların yaşantınıza girmesi, sizin onları kabullenmeniz ya da reddetmeniz, işletmenin görünmeyen kısmı.

Detay diye adlandırılan nesneler, gündüz başka görünüp, gece daha başka bir görev üstlenen nesneler.

Hiç kullanmadığınız halde bilinçaltında orada olduğunu bildikleriniz ve bu duygunun sizi rahatlattığı durumlar.

Renklerin dili ve gizliden gizliye size söyledikleri.

Kullanırken elinize uyan, ya da oturunca bir türlü rahat hissetmediğiniz iskemle, koltuk, kanepe ve/veya banklar.

İçeri girince nefes aldığınızı hissetmeniz ya da üzerinize üzerinize geliyor gibi olan açık ve geniş bir alan.

Hiç dile getirmediğiniz ama içerisinde rahat ettiğinizi hissettiğiniz bir tatlı gürültü ya da tam tersi, yüksek olmasa bile sizin kulağınızı yoran bir uğultu.

Tüm bunların kontrol edilebilenleri var, bir de sizin iradeniz dışında olanlar.

Seçilen renk, seçilen model, seçilen mimari, sizin kontrolünüzde.

İşletme ise “insan” ile mümkün.

İnsanı yetiştirmek, aynı ruhu işleyebilmek ve aynı davranış biçimi ile hizmet vermeyi sağlamak, işletmecinin görev, yetki ve sorumluluğundadır.

Üstelik bu tavrı, çok çeşitli kültürlere de yansıtabilmeyi sağlamak, verilecek eğitimin temel olmazsa olmazıdır.

Tavır ise ancak profesyonel meslek sahiplerinde bulunan, mesleğe özgü davranış biçimidir.

Biz havacılar, beş sene meydanda çalışmamışlara hep çaylak derdik. Bu beş sene içerisinde ayak uyduramayıp gidenler ya da gönderilenler, kalanların nerede ise iki katı olmuştur hep.

Bu tavır, kişisel değil, kurumsal bir tavır olmuştur. Telefona cevap veren bir tek kişi bile kurumu temsil edip kurumun görüntüsünü aktarmaktadır karşısındakine.

Hiç görevi olmadığı halde yardımda bulunan bir kişinin bu yardımı bile, üzerindeki üniformadan dolayı kişisel değil, kurumsal olarak algılanır.

Bir işin nasıl yapılacağı her yerde yazar. Havacılıkta yazılı olmayan yoktur.

Tavır ise, öğretilmez, örnek olunarak yaygınlaşıp kökleşir.

18 yaşında, 20 senelik deneyime sahip kimseyi bulamazsınız.

Size bunları öğretecek olanlar “çok fazla niteliğe sahip-overqualified” diyerek dışlananlardır. Google kimseye deneyim kazandırmaz. Eğer köklü bir tavır edinmek istiyorsanız, bu “çok fazla niteliğe” sahip kişilerle çalışmalı ve çalışmaya devam etmelisiniz. Yaş ayrımı yaparsanız, hem gelişmeyi hem de kurumsal kişilik yaratmayı engellemiş olursunuz.

Üniversitede eğitim verirken, öğrencilerimizin akıllarında kalanlar ki beni ilk zamanlarda çok şaşırtmıştı, ders ile ilgili olan bilgiler değil, tavır, tutum ve davranış ile ilgili söylediklerim ve yaptıklarımdı.

Sonraları bilginin kullanım alanından çok o alanda kullanırken takınacağımız tavrın daha önemli olduğunu hissetmiş olmaları, benim çok hoşuma gitmişti.

Nesiller arası iletişimin koptuğu anlar, gelişimin gerilediği durumlardır.

Know-How satın almak bunun en açık örneğidir. Haydi satın aldın diyelim, onu öğrenmek, kavramak, içselleştirmek ve kendi kültürüne uyarlamak için yine bu zincire gerek olacaktır.

Unutulmamalı ki zincir, en zayıf halkası kadar güçlüdür.

Bir grup kariyer yolunda ilerleyen yeni mezun, eski üniversitelerindeki hocalarını ziyaret için bir araya gelirler. Sohbet, sonunda işin ve hayatın stresinden şikâyetleşmeye döner.

Öğrencilerine çay ikram etmek isteyen hoca mutfağa gider ve yanında büyük bir termos içinde çay ve porselen, plastik, cam, kristal olmak üzere değişik tarzda ve ucuz görünenden, pahalı ve hatta çok özel olanlarına kadar değişik çay bardakları ile gelir.

Herkes bir bardak seçince, hoca şöyle der :

“Fark ettiyseniz, tüm pahalı görünen bardaklar alındı ve geriye ucuz görünümlü, sade bardaklar kaldı.

Kendiniz için en iyi olanı istemeniz normal olsa da, bu sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynağı aslında.

Emin olun ki, bardağın kendisi çayın kalitesine hiç bir şey katmaz.

Çoğu zaman, sadece daha pahalıdır ve hatta bazı durumlarda da içtiğimizi saklar.!

Hepinizin aslında istediği çay idi, bardak değil ama bilinçli olarak en iyi bardaklara yöneldiniz ve sonra birbirinizin bardağına bakmaya başladınız.

Hayat içtiğiniz çaya benzer; iş, para ve toplumdaki konumunuz da bardaklara.

Onlar, hayatı tutmak için sadece araçlardır ve seçtiğimiz bardak yaşadığımız hayatın kalitesini belirlemediği gibi değiştirmez de.

Bazen sadece bardağa odaklanarak çayın tadını çıkarmayı unuturuz.

İçtiğinizin tadına varın!”

 

Anlamak yok çocuğum,

Anlar gibi olmak var;

Akıl için son tavır,

Saçlarını yolmak var...

Necip Fazıl Kısakürek

www.servetbasol.com

180129