Düşün ve bizde Düşün.!

İlk havacılığa Esenboğa ATC’de başladığımda, belirli frekans aralıkları ile uçaklarla görüşür, hava trafiğini yönlendirirdik. Bu frekans boyunu cihazında ayarlayan herkes, iletişimin bir parçası olurdu.

Havalimanlarında kullanılan el telsizlerinde de durum aynıydı. El telsizi de belirli bir frekansta çalışır ve o frekansı cihazında seçen herkes, tüm konuşmaları dinler ve konuşmaya katılabilirdi.

Bu tür iletişimin tek bir sıkıntısı vardı. Katıldığınız frekansta ancak bir kişi gönderim yapabilmekteydi ama herkes de dinlemek zorundaydı.

Sonra bir gün International Dispatchers Association toplantısı için CanadaAir ile Vancouver’a uçarken, pilotlar cockpit’e davet ettiler. Uçuş sırasında çok derinden bazı konuşmalar duymakla birlikte ATC’nin içinde bulunduğum uçak ile hiçbir iletişimde bulunulmaması dikkatimi çekti. Pilotlara sorunca güldüler ve “Biz yazıyoruz.!” dediler. ATC ile iletişim yazarak gerçekleştiriliyordu. Standard raporlama için radar zaten görüneni ses ile değil, yazı ile onaylatıyordu. Her bir uçak, ayrı bir squawk kodu sahibiydi ve o frekans üzerinden yazışıyorlardı.

Döndükten birkaç sene sonra el telsizleri de bu sistem üzerine çalışmaya başladılar. Kolaylık olsun diye herkese kod yerine kullanmak üzere dahili telefon numaraları verildi. Artık telsizde önce istediğiniz kişinin numarasını işliyor ve sonra da çağrı yapıyordunuz. Böylece konuşmanız, sadece ikiniz arasında kalıyor, kimse de rahatsız olmuyordu sizin konuşmalarınızdan.

Aslında bu GSM (Global System Mobil) başlangıcı RSM (Regional System Mobile) iletişim sistemi idi. Elbette çoklu frekans paylaşımının gerçekleşmesi ile yapılmaktaydı.

Daha sonraları bildiğiniz gibi WWW (World Wide Web) Küresel Dokuma Ağı devreye girdi. Artık herkesin bir IP’si var (Internet Protokol adresi). Böylece kim, nerede, ne olduğuna bakılmaksızın o adrese gönderilen verilerin size ulaşması gerçekleşiyor. Sizin de başkalarına ulaşmanız (eğer hükümet yasaklamamış ise) olası.

Veri deyince sayısal ortamda (I0II00III000I) artık aklınıza ne gelirse. Hele bazı hizmetleri size paket halinde sunduklarında, sorgusuzca alıp kullanmanızda bir sorun yok. Zaten kullanmanız da isteniyor. O nedenle bedava. Tek sorun internetin kullanımı için kota karşılığı para ödenmesi. Tabi bir de bazı hizmetlerin sınırlı olması. Tanımlanmış hizmet dışına çıkamıyor olmanız. Paket ne ise ona razı olmanız anlamında elbette. Henüz sizin tercihinize bırakılmış seçenek sistemi devrede değil.

Bazı paketler ise paralı. Bu paketler için sizin özel cihazlar edinmeniz ve bu iletişim için aracı ve karşı cihazların da aynı ortamda tanınmış olmaları gerekli.

Bu şu anlama geliyor. Henüz IP tabanlı yayın teknolojileri devrede değil. İşletici ve içerik sağlayıcılarına hiçbir ilave altyapı yatırımı gerekmeksizin pek çok amaca uyarlanabilecek sağlam, düşük maliyetli anahtar teslim bir yayıncılık sisteminin henüz sunulmadığı bir ortam.

Düşünün, aktif İnternet bağlantısı olan herkesin böyle bir platformun neredeyse tüm özelliklerini kontrol edip yönetimini sağlayan, kullanımı kolay web tabanlı bir yönetim panelinden kontrol edebilip zevk, gereksinim ve ilgi alanlarınıza göre seçim yapabileceksiniz.

Set üstü yayın cihazında (STB) aktif İnternet bağlantısı olsa da olmasa da, etkileşimli kullanıcı deneyimi sağlama becerisine sahip bir ekosistem sizin her işinizi görecek.

Kullanıcılar, HEVC gibi yeni nesil kodekslerle kendi içerik yayınlarını yapabiliyor ve zengin özelliklere sahip bir son kullanıcı deneyimi için kendi akışlarına katma değerli hizmetler ekleyebiliyorlar.

İçerik sağlayıcılarının, VOD (Video on Demand-Talep Üzerine Görüntü) ve diğer içerik dosyalarını doğrudan kullanıcıya gönderilmesini de sağlamakta olduğunu düşünün. İster ön tanımlı bir grup ister tek bir kullanıcı olsun, tüm kullanıcı taban hedef alınarak bu buluştan yararlanması muhteşem olurdu değil mi?

Kullanıcılar ağ geçidi üzerinden izlediği kadar seç-öde tipi kanallar oluşturabilsin, bu kanallar operatörün seçimine bağlı olarak birkaç saatten bütün bir aya kadar açık kalacak şekilde yapılandırılabilsin, her bir kanala erişim, her bir abone için bireysel olarak yönetilebilsin. Hayali bile gerçekçi görünmemekte.

İçeriğimizin ne kadar değerli olduğunu biliyoruz. Bu yüzden tüm veri trafiği endüstri standardı olan AES-128 bit şifreleme ile korunduğunu bilmek ve ayrıca içerik hırsızlığı ve korsanlığına karşı ek tedbir amacıyla video katmanı tabanlı filigran çözümü de sunulmakta ise değmeyin gitsin. Coğrafi Kısıtlama olmaksızın içeriğinizi birden fazla uydu üzerinden eş zamanlı olarak milyonlarca kişiye yayınladığınızı hayal edin, üstelik hiçbir internet bağlantısı gerekmeksizin.

Özel yayın ağı işlevselliği ve dosya iletim özelliği sayesinde eğitim kuruluşları ve şirketleri için güçlü bir e-Eğitim platformu olabilmesi, çok geniş alanlarda kullanılmasına imkan sağlayabilir. Katılımcılar dosya eklentileri ile kolayca e-eğitim programları oluşturabilir ve böylece ders notları gibi gerekli belgeler yayın sırasında eş zamanlı olarak abone STB'lerine (Set Top Box- Set üstü kutusu/Alıcı) indirilebilir. Gel de buna eğitimde bireysel devrim deme.

Tüm bu atılımlar elbet bir gün gerçek olacak. Uzay Yolu dizisi ile büyüyen bizler, cep telefonunun atasını kullandığımız için önümüze konan her bir yeniliğe şaşırmamıştık. Yine de son 50 yılda olan gelişmeler için seviniyoruz.

Üzüldüklerimiz ise uçak fabrikamızı, otomobil fabrikamızı, jeep fabrikamızı, cep telefonu fabrikamızı, (Anton Çehov’un Bir Evlenme Teklifi piyesinde Çubukof’un kullandığı pelesenk gibi) “ve daha bir sürü” benzerini kapatmış olmamız. Daha da kötüsü, çok değerli bilim insanlarının intihar süsü altında öldürülmelerine seyirci kalmamız.

Electronic Warfare (EW) yazımda bazı gerçekleri vurgularken aşırıya gittiğimi düşünenler olmuş. Düşünmüş olmalarına sevindim. Bu bile umut veren bir başlangıç.

“O Nazilerin şifreleme cihazını çözmek için bilgisayarı icat etti ki o dönemin teknolojisi ile çözülmesi 2 milyon yıl sürmesi gerekiyordu. Ancak yine kendi bulduğu bir algoritma ile bunu mümkün kıldı. Eğer başaramasaydı müttefikler Alman saldırılarına hep açık yakalanacaklardı. Tahminlere göre 40 Milyon kişinin ölmesini engelledi.

Çalışmaları ve tüm başarıları devlet sırrı olduğu için ne kimse O'nu tanıyordu, ne de sadece gay olduğu için polise derdini anlatabiliyordu...

O tarih'lerde İngiltere'de gay olmak bir suçtu. Cezası ise ya hapis ya da ilaçla hadım edilmekti.

O ise Enigma’yı çözdükten sonra çalışmalarına devam edebilmek için 2.yi tercih etti, ama o ilaçlar bütün beyin fonksiyonlarını mahvetti.

Ve bir akşam siyanüre bulanmış elmayı ısırarak intihar etti...

Elli yıl saklanmak zorunda olan devlet sırrı bilgiler 90'larda açılınca Alan Turing'in (Alan Mathison Turing 23 Haziran 1912 - 7 Haziran 1954) ne denli büyük bir deha, ne denli önemli bir insan olduğu ortaya çıktı.

Yıllar sonra Steve Jobs, Apple’ın logosunu ısırılmış bir elma yaparak Alan Turing’e saygısını dile getirecekti.”

Hayal edebilen, hayali için uğraş veren, hayalini gerçekleştirebilmek için çırpınan tüm genç kardeşlerime….

www.servetbasol.com

191118