Selma Rıza Feraceli

Selma Rıza, 5 Şubat 1872’de Konstantiniyye’de dünyaya geldi. Babası Şura- Devlet (Danıştay) ve Meclis-i Âyan (Senato) üyelerinden Ali Bey, annesi ise Avusturyalı Macar asıllı asil bir ailenin İslamiyet’e geçmiş kızı Nâile Hanım’dır. Selma, çiftin yedi çocuğunun en küçüğü idi. Evde özel ders alarak yetiştirildi; iyi derecede Fransızca öğrendi. Eğitiminde, ağabeyi Ahmed Rıza’nın büyük etkisi oldu.

Ağabeyi Ahmed Rıza 1889’da Fransa’ya gitmiş ve orada Jön Türk hareketine katılmıştı. Selma Rıza, ailesinden gizlice Konstantiniyye'den kaçarak Paris'teki ağabeyinin yanına gitti ve eğitimini Sorbonne Üniversitesi'nde sürdürdü ve orada eğitim alan ilk Türk kadını oldu. Paris’te on yıl yaşadı. İttihat ve Terakki Cemiyeti Paris şubesine üye oldu. Cemiyetin tek kadın üyesi idi. Ahmed Rıza Bey’in çıkardığı ve Fransızca olarak yayımlanan Meşveret Gazetesi'nde, Türkçe olarak yayımlanan Şuray-ı Ümmet Gazetesi'nde çalıştı. 10 yıla yakın süre yaşadığı Paris’te İttihat ve Terakki Fırkası’nın tek kadın üyesi olarak görev yapmış ve yazılarıyla ülkemizin aydınlanma yoluna katkı sağlamıştır. İlk Türk kadın gazeteci unvanını Paris yıllarındaki çalışmaları ile almıştı.

1897’de yazdığı meşhur Uhuvvet (Kardeşlik) romanında, Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla değişen sosyal yapıyı daha çok aile ve kadın ekseni üzerinde trajik bir öyküyle işlemiş; toplumsal aydınlanmanın kadın-erkek eşitliğinin her alanda sağlanması ve kadınların eğitilmesiyle gerçekleşeceğini savunmuştur. Bu eserinde cariyelik, esaret, Batılılaşma sorunu, görücü usulü evlilik, kadının çalışma hayatı ve sosyal hayata karışma imkanı, kız çocuklarının okutulması gibi günümüzde de halen sorun olarak devam eden konular üzerine değinen Selma Rıza Feraceli, aslında kardeşlik adını verdiği romanında, eşitsiz kız kardeş örneğini ele alarak toplumsal cinsiyet rolleri açısından kadının statüsünü irdelemiştir.

Selma Hanım 1908 Eylül’ünde Konstantiniyye’ye dönünce, gazetecilikle meşgul olmadı. Kendisini kültürel ve sosyal ağırlıklı konulara verdi. Profesör Besim Ömer Paşa ile arkadaşlarının projesini hazırladıkları Osmanlı Hilal-i Ahmer (Kızılay) Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer aldı. Bu kuruluşun 5 yıl boyunca genel sekreterliğini üstlendi. Ne var ki Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin idaresinde, görüşlerine ve vicdanına ters düşen bazı aksaklıklar gördü ve bunların düzeltilmesi konusunda uyarılarda bulundu. Bu uyarılan uygulanmayınca istifa etti.

1910-1912 yılları arasında iki roman daha yazdı ancak yayımlamadı. ‘Hanımlara Mahsus Gazete’ ve ‘Kadınlar Dünyası’ gibi yayın organlarında yazılar yayımladı. Selma Rıza Hanımın, hürriyet ve kadın hakları konusunda bir sosyolog gözüyle yazdığı mektuplarının hemen hemen hepsi işgal kuvvetlerinin sansürüne uğramıştır. Bu yazdıkları mektupların arasından Cemiyet-i Akvam’a (Birleşmiş Milletler) gönderdiği mektup öylesine etkili olmuştur ki Cenevre’ye davet edilmiş, ancak işgal kuvvetleri komutanları tarafından gitmesine izin verilmemiştir. Daha sonra olayın incelenmesi için İstanbul’a temsilciler gönderilmiştir. Kuruma gönderdiği mektubun özeti şudur: “Konstantiniyye’nin işgalinde gerek Rusya’dan gerek diğer ülkelerden hayli sığınmacı bu şehre gelmiş bulunuyor. Bu arada fakirlik ve kadınlık adına utanılacak olaylar da artmıştır. Bu olay, toplumu sarsmakta ve feci akıbetlere götürmektedir. Bu açıdan Cemiyet-i Akvam’ın (Birleşmiş Milletler) harekete geçmesi gerekmektedir.’’ Bu açık çağrı, Konstantiniyye’ye temsilcilerin gelmesini dahi sağlar. Yine bu arada Konstantiniyye’de Müslüman Osmanlı kadınları için okullar açılması uğrunda mücadeleye devam eder.

1861 yılında yazlık saray olarak inşa edilen Adile Sultan Sarayı, zaten kız okulu olması amacıyla 1868’de dönemin Milli Eğitim Bakanlığı’na bağışlanmıştı. Bu potansiyeli gören Selma Hanım 1916’da, Meclis-i Mebûsan reisi olan abisi Ahmed Rıza’nın da destekleriyle burayı Türkiye’nin ilk yatılı kız lisesine dönüştürmeyi başarır. Kandilli Adile Sultan İnas Mekteb-i Sultanîsi (bugün Kandilli Kız Lisesi) Selma Hanım’ın bir başarısıdır.

Selma Rıza Feraceli, 59 yaşındayken 5 Ekim 1931 yılında yaşamını yitirmiş, cenazesi ancak 5-6 kişi ile kaldırılmıştı.

Kadınlar hep hemcinsleri için çaba gösterirken, erkekler buna karşı gelmeye devam etmişlerdir. Kadınlar erkekler tarafından zeki iseler ‘şeytan’, akıllı iseler ‘cadı’, sarışın iseler ‘aptal’, ama doğrucu iseler de dürüst olmayan erkekler tarafından ‘erkek gibi kadın’ diye nitelendirilmişlerdir. Bu bir özlem ifadesidir. Erkeğin sahip olamadığı haslet, duygu ve beceriler, ne yazık ki erkekler tarafından kadınların aşağılanarak seviyelerine çekilmek istenmiştir. İki lafı bir araya getirip söyleyemeyen erkekler, kadınları ‘dır dır’ etmekle suçlamışlardır hep. Aslında bunun hiç nedenini sorgulamamış, örnekleri de görmezden gelmişlerdir. Kadın adele-kas yoksunu olabilir ama eşsiz bir beyin gücüne sahiptir. Kendinde eksik olan bu kas gücünü bilgi ile giderme yolunu seçmiştir. Biz erkeklerin dedi kodu dediğimiz her konuşma, onlarda bilgi deposuna yüklenen ve zamanı gelince kullanılan yedek güç anlamındadır. Her şeyi gözler, görür, hatırlar ve yeri geldiğinde kullanırlar. Kadının bu gücüne karşı erkekler çaresizdir. Elimi sallasam ellisi, erkekler için geçerli olabilir ama kadınlar için konu hiç te öyle sandığınız gibi değildir. Bu el ve elli sözüne gülüp geçerler. Onlar için 50 kere ellisini toplamaya bir el değil, bir bakışları yeter. Kadının gücüne set vurmak, erkekler için önemlidir ama yine de her güçlü erkeğin arkasında bir kadın vardır itirafını da erkekler söylemiş olsalar da artık kadınlar erkeklerin arkasında olmayı asla kabul etmemektedirler. Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi, 45 ülke tarafından 11 May 2011’de İstanbul’da imzalanmış bu nedenle de dünyada ‘İstanbul Sözleşmesi’ olarak anılmaktadır. Madde 2 – Sözleşmenin Kapsamı

1. Bu Sözleşme, aile içi şiddet de dahil olmak üzere, kadınları orantısız bir biçimde etkileyen, kadına karşı her türlü şiddet için geçerli olacaktır.

diyen bu madde nedeniyle, daha sonra dinci ve gerici tarikatların hükümetteki gücü ve etkisi dolayısıyla iktidar tarafından verilen kabul oyu, geri çekilmiştir. Okuyan, okutulan, bilgi ve beceri ile gelişip meslek sahibi olan bir kadın, elbet kendi ayakları üzerinde duracaktır. Böyle bir duruş, bazı erkeklerin hoşuna gitmese de artık kaçınılmaz bir şekilde biliyoruz ki, kadınlar özel varlıklardır;

“Bir kadına ne verirseniz verin, onu daha da büyük hale getirir.

Ona sperm verirseniz, size bir çocuk verir.

Ona bir ev verirsiniz, size bir yuva verir.

Ona sebze verirsiniz, size yemek verir.

Ona bir gülücük verirsiniz, size kalbini verir.

Ona bir şarkı söyleyin, size konser verir,

Kendisine verileni, çarpıp çoğaltarak geri verir.

Bu yüzden ona çamur atarsanız,
karşılığında bir bataklıkta boğulmaya hazır olun.”

Aziz Nesin

Ey erkekler!

Eğer bir kadını takdir edemiyorsanız, onu hak etmiyorsunuz demektir.

www.servetbasol.com

211129