Örf ve Adet

metin, kişi, dik, pazar içeren bir resim

Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

“Hollandalı süpermarket zinciri Jumbo, bazı insanların mallarının parasını öderken sohbet etmekten keyif aldıklarını keşfettiğinde yavaş ödemeleri uygulamaya koydu. Eklenen kişisel dokunuş, özellikle yaşlılar olmak üzere birçok kişinin yalnızlıkla başa çıkmasına yardımcı oluyor. Hareket o kadar başarılı oldu ki Jumbo, 200 mağazada yavaş kasa kurdu.” Graham Hall - 8 Dec 2023 18:00 LinkedIn

Bu paylaşım çok yeni fakat bazı gerçekler daha da eski ve asıl beceri biz Türklerden gelmekte. Sizi 20-25 yıl öncesine götürelim. Frankfurt'u bilir misiniz?

Frankfurt (Main) Hauptbahnhof'un karşısında üç önemli cadde sıralanır.

Taunus Straße, Kaiser Straße ve Munchener Straße.

THY ekibi olarak yatıya gidildiğinde tüm uğrak yerlerimiz bu üç cadde üzerinde idi.

Bu üç cadde de Frankfurt (Main) Willy-Brandt-Platz'da biter ve genelde bu hattın dışına çıkmazdık.

O dönemlerde, Almanya dahil hemen tüm Avrupa şehirlerinde marketler açılmaya başlamış ve elbet bizler de o marketleri ‘gezer’ olmuştuk.

gezer’ diyorum çünkü bizim alacaklarımız o marketlerde değildi. Zaten o şehirde yaşamıyorsan marketten bulaşık makinesi için bulaşık deterjanı almayacağımıza göre çok ama çok az kalem için belki bir-iki gidişimiz olmuştur.

Asıl önemli olan, bu caddeler üzerindeki bakkallardı.

Almanya'da süper marketler açılmış, toptan alım yapıp günlük büyük miktarlarda sattıkları için bakkala göre az da olsa ucuza satıyor olmaları, şimdi bizde görülen bakkal katliamına neden olmamıştı. Bakkallar hala açıktı ve müşterileri vardı. Bu bakkallarda sebze ve meyve de satılmaktaydı.

Frankfurt belediyesi, açılışlarından uzunca bir zaman geçmiş olmasına rağmen marketlere direnen bu bakkalları, bu işte bir bityeniği varmı diye gözetlemeye alır.

Yok, unutmadım söylemeyi, tahmin ettiğiniz gibi satışa devam eden bu bakkalların tümü Türk’ler tarafından işletilmekteydi. İlk tespitler şaşırtıcıydı.

Alman bakkala gelip içeri girmeden sahibine ismen hitap ederek sohbete başlıyor, bakkal da ona bir tabure verip Alman’ı kapının önüne oturtuyor, eşi, torunları ve hastalığı hakkında hatırlar soruluyor, soğuk havalarda ‘Oğlum ordan Helmut'a bir çay getirsene’ diye sesleniyor, sonra bir ara Helmut ‘Sahi ben iki domates, iki biber ve bir kilo da salatalık alacaktım’ diye hatırlatıyor.

Sohbet sırasında istekleri paketleniyor, çaylar içiliyor ve en az 15-20 dakika bakkalın misafirliği sonrası, parası ödenip malzemeler alınarak vedalaşılıyor.

Thomas, Emma, Jonas, Hanna, Leon, Sophia, Paul, Anna, Elias ve Marie geldiklerinde hep ismen birbirine hitap ve hal hatır sorma, bazen önce sipariş, bir başka yere uğradıktan sonra sohbet ve ondan sonra vedalaşma.

Konuyu anlamak için görevlendirilenler, bu isimlerin çoğu ile bire bir görüşürler. Söyledikleri hep aynıdır;

“Marketler bizi hizmetçi gibi kullanıp, ihtiyacımız olanı bizim gidip almamızı istiyor, bize tarttırıyor, bize taşıtıyor, para vermek için de sırada bekletip, yüzümüze bile bakmadan ‘kartını okut’ deyip gönderiyorlar. Ne ben onların adını biliyorum ne de onlar benim ve eşimin adını biliyorlar. Bizler sanki yokuz. Sanki yaşamıyoruz.

Bakkallar ise öyle değil. Bizim neyi sevdiğimizi, neyi sevmediğimizi bilirler. Taze gelmiş olanları bizim için ayırırlar. ‘Bak senin torun için ne ayırdım’ diye sürpriz bile yaparlar. Bugüne kadar marketlerde her şeyin fiyatını ezbere bilen bizler, bakkaldaki meyvelerin fiyatını dahi sormamışızdır. Tamam ilk gittiğimizde sormuştuk ama ikinciden sonra hiç ilgilenmedik bile.”

Alman yetkililer buna çok şaşırırlar. Çünkü kültür farkının bu tür çarpıcı bir gelişmeye dönüşmesi, onlar için hiç hesapta olmayan bir tavırdır.

Bu haberi görünce hiç şaşırmadım. Tek tespitim, bunun bir Hollanda Market zinciri tarafından ‘Yavaş Kasa’ olarak lanse edilmesiydi.

Zorla güzellik olmuyor. İlla müşteriye tarttıracaksın, paketleteceksin, onu kullanacak ve sonra da “yavaş kasa”. Hem de artık birçok önemli marketlerde "hızlı kasa" dönemi başlamışken!

‘Hızlı kasa’: Aldığını sen kendin okutacak, paketleyecek, tartacak, ödeyeceksin, sonra da o mağaza, çalışandan tasarruf edip müşteri sırtından daha fazla para kazanacak.

Avrupa, işsizlik sorunu yaşamıyor. Yaşamı kolaylaştırmak için bu tür yatırımlar yapabilir ve yapıyor da. Biz ise ne gördü isek atlıyoruz kendi kazancımızı çoğaltmak için. Ülke çıkarı diye sanki bir kavram yok.

Aç gözlülüğün ülke çıkarlarını yok etmesine ancak ortak akıl son verebilir.

Çayı bize getirip üretmemizi isteyenler, şu an ülkemizde kendileri fabrika kurmuşlar, kimyasallar kullanarak çay satıyorlar.

Hükümet, 2004 yılında IMF ile bir başka stand-by anlaşmasına daha imza atmıştı. Yatırımcılara bu şekilde Türkiye ekonomisinin liberalleşme sürecinin 2008 yılına kadar devam edeceğine dair güvence verdi.

Bunlar, devlete ait işletmelerin özelleştirilmesini kapsıyordu. Bu yıllarda devletin tamamen ayrıldığı sektörler: kağıt, süt, gübre, ormancılık, petrokimya, demir-çelik, tekstil, petrol arıtma ve dağıtımı, madencilik ve çimentoydu. Daha sonra şeker ve et üretimi, havayolu sanayi, telekomünikasyon, elektrik üretimi ve dağıtımı ve bankacılığı da kapsamına aldı. Tüm şeker Fabrikaları kapatıldı, yerine yapay tatlandırıcı üretim tesisleri kuruldu. Özelleştirme sürecinde Türk özel sektörü yabancı yatırımlara ve katılıma daha açık hale geldi.

Babalar gibi sattık! ve şimdi şikayet ediyoruz.

Süt, süt ürünleri, peynir, et, şeker ve daha sayamayacağımız eskiden bizim üretip sattıklarımız, şimdi dışarıdan almak zorunda olduğumuza dönüştü.

Ne mahalle bakkalımız kaldı büyük şehirlerde, ne de el sanatı ile uğraşan esnaf.

Ne diyelim. Kendim ettim kendim buldum desek, hep diyeceksiniz ki; “Bana mı sordular?” Bilmem, sordular mı? Ama şu gerçek apaçık.

Türk örf ve adetlerinden vazgeçer ve size dayatılanları sorgusuzca kabul ederseniz, dahası da gelir ve hepimizi silip süpürür. Tabi istediğiniz bu ise.!

Miras kalan beceri ve niteliklere ek olarak bizi biz yapan şey Gelenektir.!

Albert Einstein

www.servetbasol.com

230123