Kimliğimiz

ABD’deki George Washington Üniversitesi’nden iki akademisyen Şeherazade Rahman ve Hüseyin Askari 2010 yılında “İslam Ülkeleri Ne Kadar İslami?” başlıklı bir araştırma yapmaya başladılar. Araştırmada İslam İşbirliği Teşkilatı’na üye olan ülkelerin İslami öğretilerle uygun politikalar izleyip izlemediklerini bulmaya çalıştılar. Daha sonra bu çalışmayı her yıl yaparak ve Müslüman olmayan ülkeleri de araştırmaya dahil ederek İslamilik Endeksi’ni açıklamaya başladılar. 2015 yılından bu yana düzenli olarak İslamilik endeksi yayınlamaktalar. Bu çalışmada adalet ve yönetim, ekonomi, yolsuzluklar, insan hakları ve uluslararası hukuk gibi başlıklar çerçevesinde 150’ye yakın ülke, İslami kriterlere uygunluklarına göre sıralanır.

2015 yılında 65. sırada bulunan Türkiye, 2020 yılında 100. sırada. Endeksin 2020 yılı sonuçları itibari ile ilk 40 sırada hiçbir İslam ülkesi yok. Birinci sırada ise Yeni Zelanda, ikinci sırada İsveç, üçüncü sırada Hollanda yer alıyor. https://islamicity-index.org/wp/latest-indices-2020/

İhtiyacı olmadığı halde fakirlerden yüksek fiyatla mal alındığını biliyoruz. Bazen onlara, sattıkları için daha fazla para ödendiğini de. Çocuklardan biri bu tavrı beğenip bir gün babalarına sorarlar;

“Bunu neden yapıyorsun baba?” Baba yanıtlar:

“Bu tavır onurla sarılmış, sarmalanmış bir yardım. Alan bilmeyecek, veren hissettirmeyecek!”

Anne kızını alt komşuya gönderir. “Git bir miktar tuz iste” der.

Kızı şaşırır; “Anne evde yeterince tuz var, neden?” Annenin yanıtından zarafet süzülür;

“Sık sık kapımızı çalıyorlar, durumları şu aralar iyi değil. Bizde bir şey isteyelim ki kapımızı çalmaya çekinmesinler, mahcup olmasınlar.”

Toplu yaşamların tarih boyunca çeşitli gelenek ve görenekleri olmuştur. “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” sözü gerçek bir sözdür ve bu sözün toplumsal yaşama uyarlanmışına bizde “imece” denir.

Türk hasleti değişmez. Dili gibi cinsiyet ayrımı yapmaz, insan olarak bakar birbirlerine, komşusunu sever, sayar, birbirlerini kollar. Türkler, Şamanlıktan beri daha önce kabul ettikleri Musevilik, Hristiyanlık ya da Müslümanlık, ulusça misafir perver oluşumuzu değiştirmemiştir. Komşuluk hasletimiz hala devam etmektedir. Peki bizi bozan ne olmuştu?

Bir Bayan yaşlı bir sokak satıcısına sormuş: "Yumurtalarınızı kaça satıyorsunuz?"

Yaşlı adam, "Yumurta başına 0,50 sent hanımefendi" diye yanıtlar.

Hanımefendi, “2,00 dolara 6 yumurta alacağım yoksa gidiyorum” diye cevap verir.

Yaşlı satıcı yanıtlamış; "İstediğiniz fiyattan alın hanımefendi. Bu benim için iyi bir başlangıç çünkü bugün tek bir yumurta bile satamadım ve yaşamak için buna ihtiyacım var."

Hanımefendi yumurtaları uygun fiyata almışlığın kazancı hissiyle oradan ayrılmış. Süslü arabasına binip arkadaşıyla şık bir restorana gitmiş. Yemek için istediklerini sipariş ederler. Biraz yiyip istediklerinin çoğunu tabakta bırakırlar. Böylece 150 dolar kadar tutan fatura için 200 dolar verip lüks restoran sahibine üstünü bahşiş olarak saklamasını söylerler.

Bu hikaye lüks restoranın sahibine oldukça normal gelebilir ama yumurta satıcısına hiç de adil değil.

Ortaya konulan soru şu;

Neden ihtiyaç sahibinden alırken gücümüzün olduğunu her zaman gösterme ihtiyacı duyarız?

Neden cömertliğimize ihtiyacı bile olmayanlara cömert davranıyoruz?

Greenwich Üniversite’si bir sosyal deney yapar. Beş öğrenci; Türkiye, Japonya, İngiltere, Mısır, Kanada, G.Kore, Çin, İran, Fransa, Almanya, Norveç ve İsviçre'nin başkentlerinin en işlek caddelerine kamera yerleştirip, içinde 100 dolar ve sahibine ait iletişim bilgileri bulunan cüzdanları caddeye bırakırlar. Her ülkede 30 deneme yapılır. Hedef ‘cüzdanların ne kadarı geri dönüyor’ un yanıtını bulmak.

Bu araştırma sonuçları ilginç bir sonucu işaret eder;

Japonya :       28 kişi

G. Kore :        28 kişi

Norveç :         27 kişi

İsviçre :          27 kişi

Kanada :        25 kişi

Almanya :      20 kişi

İngiltere :      18 kişi

Fransa :          13 kişi

Çin :                 13 kişi

Türkiye :          2 kişi

İran :                 1 kişi

Mısır :               0 kişi

Listenin ilk sırasındaki ülkelerde insanların çoğunluğu ateist veya deist.

Sondaki iki ülkede ise aşırı dindarlık var ve şer-i hükümler uygulanıyor.

Bu sosyal deney, dört somut sonucu işaret ediyor;

1- “Coğrafya kaderdir”.
(Bu sözü filozof İbn-i Haldun söylemiş. İbn Haldun 27 Mayıs 1332, Tunus – 19 Mart 1406, Kahire, modern tarih yazımının, sosyolojinin ve iktisatın öncülerinden kabul edilen 14. yüzyıl düşünürü, devlet adamı ve tarihçisi. Ayrıca İslam aleminde Liberalizm ilkelerini kitaplarında bulunduran ilk Müslüman düşünür.)

2- Dinin öne çıktığı toplumlar refah ve huzur bulamaz.

3- Seçmen, kendine benzeyenleri iktidara getirir.

4- İnsanlar, seçimlerinin sorumluluklarından kaçınabilirler ama, sonuçlarından kaçamazlar...

Bu sonuç için aslında Greenwich Üniversitesi kendi bakış açısıyla dört değişik sonuca varmış olsa da olay o kadar basit değil. Şu an her tür sonucu sanki birlikte yaşar gibiyiz.

En azından biz Türkler için kadınlar Avrupa’da Cadı, Araplarda Cariye, Çinliler de seks kölesi olduğu zamanlarda TÜRK Khatunları Toy kurup, savaş yönetir, Budun'u bir kılar idi...!

1440 yıl öncesi, feminizmden çok öncedir. O zamanlarda Arap yarımadasında kadınlar kapıların ardına mı kapatılmış, peçelerle mi ayrılmışlardı? Elbette öyle değillerdi. Peygamber’in ilk eşinin bugün CEO olarak tanımlayacağımız kişi olduğu biliniyor. Onun kervanı, diğer tüm tüccarların kervanlarının toplamına eşit başarılı bir tüccardı. Esasen başarılı bir ithalat-ihracat şirketine başkanlık etmekteydi. Hz. Muhammed’i kendine çalışması için tuttuğunda, onun dürüstlüğüne o kadar kapıldı ki sonunda ona evlenme teklif etmişti. Bugün kaç kadın bir erkeğe evlenme teklif edebilir bilemiyorum. Ya ikinci eşi? O da ezik değildi. Savaşa bir devenin sırtında gitti, bu da bir kadının günümüzde bir Hummer veya tankla savaşa girmesine eşdeğer. Peki ya diğer kadınlar?

İlk kayıtlar, kadınların Hz. Peygamber etrafında gerçekleşen İslami devrime dahil olmayı talep ettiğini gösteriyor. Bir kadın, erkek ordusunu savaşa götürüp bir isyanı bastırdığında general olarak ünlenmişti. Erkekler ve kadınlar birbirleriyle özgürce ilişki kurup, birbirlerine hediyeler verirdiler. Bir kadının kendi kocasını seçip evlenme teklif etmesi adettendi. Ve işler yolunda gitmediğinde, boşanmayı başlatmak da. Hatta kadınlar bizzat Peygamberimizle yüksek sesle tartışmışlardır. Bana öyle geliyor ki, eğer kökten dinciler mevcut Müslüman toplumu MS 680'e döndürmek istiyorlarsa, bu ileriye! doğru büyük bir adım olacaktır.

Tüm bunlardan şunu anlıyoruz. Kendimiz yerine başkalarını suçlayarak bir yere varılamıyor. Ahlakımız bizi ele vermekte. Gelenek, görenek ve bize özgü tavırlarımızı sürdürmek zorundayız. Başkaları böyle yapıyor biz de yapalım diyemeyiz. Her koyun kendi bacağından asıldığı gibi herkes kendi yaptıklarından sorumludur. Ahlak ise kişisel olduğu kadar toplumsaldır da. Avrupa’da aylarca araç sürüp bir tek ceza yememiş sürücülerimizin Edirne’den girer girmez birer canavara dönüşmesi bilimsel araştırmalara konu olmalı.

Japon’lar okula başlar başlamaz çocuklarına ilk öğrettikleri kendi dilleri ve tarihleridir. Birey olmak için önce kendini, dilini ve tarihini bileceksin. Meslek, yeteneğe göre nasıl olsa öğrenilir ama ahlaklı, çalışkan ve üreten toplum bilinci, hangi mesleği seçersen seç, seni o meslekte ileri götürecektir. Sen başarırsan içinde bulunduğun toplum, bölge ve ülke başarmış demektir. Geçmişinizi ve aslınızı unutmayın.

www.servetbasol.com

230227